Arrival
Arrival(2016)’da bir takım geniş oval araçlar dış uzaydan dünyaya geliyor. Bu tür önermelere sahip filmlerde sıklıkla görülen mecazlarda olduğu üzere uzaylılarla ilk karşılaşmasını kabullenmeye çalışan bir gezegenin histerisini takip etmek yerine film, başka bir dünyadan gelen bu ziyaretçilerle nasıl iletişim kurulacağını bulmakla görevli bir ekibin parçası olarak çalışan bir dil bilimciyi izliyor. Gecenin ortasında toplandı ve helikopterle uzay gemilerinden birinin havada durduğu bir askeri kamp alanına götürüldü. Askeri personel, istihbarat personeli ve bilim adamları zaten orada çalışıyor ve dünyadaki benzer bölgelerde çalışanların ilerlemesini izliyor. Uzaylılarla iletişime dair bir dizi dönüm noktasından sonra, film uzaylıların burada ne yapmak için bulunduğu sorusuna kaymaya başladığında küresel olay alanları arasındaki bilgi paylaşımı bozuluyor: Amaçları düşmanca mı ve bölme ve ele geçirme arzusuyla bağlantılı mı, yoksa başka bir neden için mi buradalar? Olay örgüsü, ilginç bir sonuca doğru yoğunlaşıyor; filmi henüz izlememiş olanlar için spoiler vermeyeceğim.
Arrival’ı eşsiz kılan şey, dünya dışı varlıklarla iletişim kurma görevinin, yan hikayelerde kalmak yada göz ardı edilmek yerine yapımın merkezinde yer almasıdır. Independence Day (1996) gibi birçok ilk temas klasiği, iletişim sorusundan büsbütün kaçınarak külahlarını önlerine koyup düşünenleri uzaylı anagemiye bulaşan bir bilgisayar virüsünün nasıl çalıştığı (Independence Day’in klimaksinde olduğu gibi) olay örgüsünün nasıl şaşırttığı konusunda kafaları karışmış vaziyette bırakırlar. Türler arası iletişim kurmanın neredeyse sihir gibi– daha çok Otostopçunun Galaksi Rehberi’ndeki Babel Balığı’nda olduğu gibi, kulağınızı dayarsınız ve bütün uzaylı dillerini sizin için çevirir- işlendiği yığınla bilim kurgu malzemesi var. Ne The Day the Earth Stood Still’in ne 2008 yeniden yapımında ne de 1951 klasiğinde uzaylıların insan dilini nasıl bildiklerine dair bir açıklama yapılmadı. Buna karşın, Arrival, “ İnsan dilleri uzaylı ziyaretçilere hem yazılı hem de sesli formda tanıtılmalı mıdır?” ve “Bu onların bizleri anlama görevini kolaylaştırır mı veya karmaşıklaştırır mı?” gibi sorulara direkt geçiyor. Dil bilimci Louise Banks (Amy Adams) dil kazanımı teorilerini kullanarak, askeri üniformalı üstü (Forest Whitaker) ile insan dilinin (özel olarak Amerikan İngilizcesinin) hem yazılı hem de sesli formda tanıtılması gerektiği konusunda tartışıyor. Ancak burada ilginç bir soru ortaya çıkıyor: uzaylılarla iletişim kurmak mümkün mü? Arrival'ın önerdiğinin aksine, sanırım değil.
Problem derinleşiyor
Dünya dışı varlıklarla yüz yüze geldiğimizde yapmamızın akıllıca olacağı bir varsayım da nasıl düşünmeye ve konuşmaya evrildiklerini belirlemede önemli bir rol oynayacak olan biyolojik bir geçmişe sahip olacaklarıdır. Bu tarih ne olursa olsun, dili kullanma ve anlama kapasitesinin bizim için olduğu gibi onlarda da doğuştan olması muhtemel. Bu onların düşüncelerine ve konuşmalarına, tıpkı bizim için de olduğu gibi, belirli özellikler ve kısıtlamalar getirecektir.
Uzaylıların zekasının ve iletişim kurma yeteneklerinin niteliği genellikle evrimsel tarihleriyle şekillenecek. Öncelikle, bir dili sesli ve /veya yazılı formda öğrenmenin bir dünya dışı varlığın hemen hemen uyum gösterebileceği bir şey olduğunu varsaymamız oldukça cömert görünüyor. Gerekli duyu mekanizmalarına ya da bilişsel kapasitelere bile sahip olmayabilirler. İlerleyebilmek için, kendi dillerini kullanma yeteneklerini meydana getiren süreçleri anlamamız gerekebilir. Ancak bu görev, kendi dil kullanma yeteneğimizin nasıl doğduğunu zar zor anladığımız gerçeğiyle karmaşıklaştırılmıştır. Bu hala dilbilimciler, biyologlar, psikologlar ve filozoflar arasındaki yoğun tartışma konusudur. Uzaylıların dil-öğrenme melekelerini kendilerini bir dereceye kadar evrimsel yetiştirilme tarzlarının zincirlerinden kurtarması için düzenleyebileceklerini varsaysak bile, biyolojileri yine de onlar ve bizim türümüzün üyeleri arasında iletişime olanak vermek için yaygın dilbilgisi, sözdizimi ve kelime dağarcığını destekleme açısından sınırlı bir beceriye sahip olacaktır.
İkincisi, dil, yalnızca fiziksel bağlantılı, biyolojik olarak miras alınan bir yetenekten değil, aynı zamanda dil kullanımının gerçekleştiği sosyal bağlamdan gelir. Bu bağlam, insanlar tarafından, her ne dil öğreniyorlarsa öğrensinler, o dilin künhüne varmak için kullanılır: Örneğin İngilizce’de ‘kedi’ sesinin ne anlama geldiği gibi. Bizler için, insani toplum geleneklerini anlamak, dil öğrenmede hayatidir. Örneğin, işaret etme, kelimelere anlam tahsis edilmesini sağlamasının yanı sıra diller arasında çeviri yapılmasına da olanak veren ilkel bir toplum geleneğidir: Bir şey işaret ederim ve kendi dilimde ona ne ad verildiğini söylerim.
Arrival’da bilim insanları, “heptapod”larla iletişim kurmak için benzer bir şey yapıyor. Ayrıca, uzaylılara göstermek için kartlara yazdıkları belirli kelimelerin anlamlarını görünür hale getirmeye çalışmak için görsel örnekleme kullanıyorlar.
Bu yöntemle çeviri görünürde makul gözüküyor. Aynı ifadenin benzer bir bağlamda tekrarlanmasının bizlere söylenenin ne olduğuna dair bir ipucu verdiğini varsayıyoruz. Ancak bizlerin ve karşılaştığımız uzaylıların dil becerisinde (tasarlanmış veya geliştirilmiş) yeterli ortak paydaya sahip olduğumuzu varsaysak bile, uzaylılarla anlamın paylaşılmasına olanak verecek görsel örneklemenin ve işaret etmenin toplumsal geleneklerini ille de paylaşmazdık. İşaret etme, onlar tarafından iletişim ile ilgili bir şey olarak anlaşılmayabilirdi. Başka biçimlerde fiziksel örnekleme de bir kelime anlamıyla bağlantılı olarak anlaşılmayabilirdi. Ve uzaylıların anlam ve çeviri geleneklerinin herhangi biri de muhtemelen bizler için eşit ölçüde belirsiz olacaktır. Paylaşılan bilimsel ve matematiksel gerçeklere dayandırılan bir iletişim girişimi bunu daha küçük bir sorun kılmıyor. Eğer bir şeye ilişkin iletişim kuruyorsanız ve ne hakkında konuşulduğunu bilmiyorsanız; ne iletildiğini anlama görevi kesinlikle imkansız olacaktır. Tercüme için bazı ortak sosyal bağlamlar ve sözleşmelere ihtiyaç vardır - ve bunları
farz edemeyiz.
Uzaylılarla iletişim meseleleri, dilbilimle ilgili akademik edebiyatta iyi temsil edilmemiştir. Bunun nedenlerinden biri, uzaylılarla karşılaşmamız halinde hangi zorlukların olacağına dair sezgilerimizi test etmenin (şimdiye kadar) imkansız olduğu gerçeğiyle ilgilidir. Yaptığımız herhangi bir varsayım ister istemez varsayımsal olacaktır. Uzaylılarla radyo dalgaları aracılığıyla iletişim kurma görevini (ele) alın (Carl Sagan’ın Mesaj adlı kitabı ve onun 1997 film adaptasyonu bu fikrin mükemmel incelemeleridir.) Ne ile iletişim kurduğumuzu bilmemek, uğraşacağımız birçoğunu tanımadığımız birçok öz- varsayımımız olmasını gerektirir.
Uzaylılarla iletişim kurmak için şu an bildiklerimizin sınırlarına mahkum olacağız; ve şu an bildiklerimizin yeterli olmaması da kuvvetle muhtemeldir.
Kozmik çocuklarla konuşmak gibi
Uzaylılarla yüz yüze gelirsek, bunu onların şartlarıyla yapacağımız muhtemeldir. Bu, türlerimizin karşılaştırmalı bir çocukluk döneminde olması durumunda, temas kurmak için adil bir varsayımdır. Galaktik mahallemizdeki yaşamı destekleyici gezegenlerin büyük miktarının yanı sıra, evrenin tam yaşı, karşılaştırmalı bebeklik olasılığımızı arttırmaktadır. Bizimle iletişim kurabilmeleri için önce çözmeleri gereken çok şey olurdu. Bununla birlikte, onların koşullarına uyursak (ve ilk temasın örneğin bir baskın müfrezesi olarak tasarlanmadığını varsayarsak) nasıl iletişim kurulacağını çözmeye dair zorlu görev, onlar tarafından zaten gerçekleştirilmiş olabilir. Eğer öyleyse, dilimizi konuşabilen uzaylıların kapımıza dayanması aksi takdirde düşünebileceğimiz kadar gerçek dışı olmayabilir.
Bununla birlikte, bu senaryonun kendisi anahtar bir varsayımda bulunur: bir şekilde başka bir gezegenden gelenlerle iletişim kurmanın zorlukları onlar için bizim için olduğu kadar baskılayıcı olacaktır. Bu amaca ulaşmak için, bizler hakkındaki bizlerin halihazırda cevaplarını bilmediğimiz zor sorulara cevap verebilmeleri gerekir. Onların dilimizi çözümleye dair ağır yükü kaldırmış olmamaları halinde ve bizler dili nasıl anladığımızı tam olarak anlayana kadar, uzaylılarla iletişim görevi imkansız olarak kalacaktır.
Kaynak: https://philosophynow.org/issues/131/Arrival
Yazar: Christopher Carroll
Arrival’ı eşsiz kılan şey, dünya dışı varlıklarla iletişim kurma görevinin, yan hikayelerde kalmak yada göz ardı edilmek yerine yapımın merkezinde yer almasıdır. Independence Day (1996) gibi birçok ilk temas klasiği, iletişim sorusundan büsbütün kaçınarak külahlarını önlerine koyup düşünenleri uzaylı anagemiye bulaşan bir bilgisayar virüsünün nasıl çalıştığı (Independence Day’in klimaksinde olduğu gibi) olay örgüsünün nasıl şaşırttığı konusunda kafaları karışmış vaziyette bırakırlar. Türler arası iletişim kurmanın neredeyse sihir gibi– daha çok Otostopçunun Galaksi Rehberi’ndeki Babel Balığı’nda olduğu gibi, kulağınızı dayarsınız ve bütün uzaylı dillerini sizin için çevirir- işlendiği yığınla bilim kurgu malzemesi var. Ne The Day the Earth Stood Still’in ne 2008 yeniden yapımında ne de 1951 klasiğinde uzaylıların insan dilini nasıl bildiklerine dair bir açıklama yapılmadı. Buna karşın, Arrival, “ İnsan dilleri uzaylı ziyaretçilere hem yazılı hem de sesli formda tanıtılmalı mıdır?” ve “Bu onların bizleri anlama görevini kolaylaştırır mı veya karmaşıklaştırır mı?” gibi sorulara direkt geçiyor. Dil bilimci Louise Banks (Amy Adams) dil kazanımı teorilerini kullanarak, askeri üniformalı üstü (Forest Whitaker) ile insan dilinin (özel olarak Amerikan İngilizcesinin) hem yazılı hem de sesli formda tanıtılması gerektiği konusunda tartışıyor. Ancak burada ilginç bir soru ortaya çıkıyor: uzaylılarla iletişim kurmak mümkün mü? Arrival'ın önerdiğinin aksine, sanırım değil.
Problem derinleşiyor
Dünya dışı varlıklarla yüz yüze geldiğimizde yapmamızın akıllıca olacağı bir varsayım da nasıl düşünmeye ve konuşmaya evrildiklerini belirlemede önemli bir rol oynayacak olan biyolojik bir geçmişe sahip olacaklarıdır. Bu tarih ne olursa olsun, dili kullanma ve anlama kapasitesinin bizim için olduğu gibi onlarda da doğuştan olması muhtemel. Bu onların düşüncelerine ve konuşmalarına, tıpkı bizim için de olduğu gibi, belirli özellikler ve kısıtlamalar getirecektir.
Uzaylıların zekasının ve iletişim kurma yeteneklerinin niteliği genellikle evrimsel tarihleriyle şekillenecek. Öncelikle, bir dili sesli ve /veya yazılı formda öğrenmenin bir dünya dışı varlığın hemen hemen uyum gösterebileceği bir şey olduğunu varsaymamız oldukça cömert görünüyor. Gerekli duyu mekanizmalarına ya da bilişsel kapasitelere bile sahip olmayabilirler. İlerleyebilmek için, kendi dillerini kullanma yeteneklerini meydana getiren süreçleri anlamamız gerekebilir. Ancak bu görev, kendi dil kullanma yeteneğimizin nasıl doğduğunu zar zor anladığımız gerçeğiyle karmaşıklaştırılmıştır. Bu hala dilbilimciler, biyologlar, psikologlar ve filozoflar arasındaki yoğun tartışma konusudur. Uzaylıların dil-öğrenme melekelerini kendilerini bir dereceye kadar evrimsel yetiştirilme tarzlarının zincirlerinden kurtarması için düzenleyebileceklerini varsaysak bile, biyolojileri yine de onlar ve bizim türümüzün üyeleri arasında iletişime olanak vermek için yaygın dilbilgisi, sözdizimi ve kelime dağarcığını destekleme açısından sınırlı bir beceriye sahip olacaktır.
İkincisi, dil, yalnızca fiziksel bağlantılı, biyolojik olarak miras alınan bir yetenekten değil, aynı zamanda dil kullanımının gerçekleştiği sosyal bağlamdan gelir. Bu bağlam, insanlar tarafından, her ne dil öğreniyorlarsa öğrensinler, o dilin künhüne varmak için kullanılır: Örneğin İngilizce’de ‘kedi’ sesinin ne anlama geldiği gibi. Bizler için, insani toplum geleneklerini anlamak, dil öğrenmede hayatidir. Örneğin, işaret etme, kelimelere anlam tahsis edilmesini sağlamasının yanı sıra diller arasında çeviri yapılmasına da olanak veren ilkel bir toplum geleneğidir: Bir şey işaret ederim ve kendi dilimde ona ne ad verildiğini söylerim.
Arrival’da bilim insanları, “heptapod”larla iletişim kurmak için benzer bir şey yapıyor. Ayrıca, uzaylılara göstermek için kartlara yazdıkları belirli kelimelerin anlamlarını görünür hale getirmeye çalışmak için görsel örnekleme kullanıyorlar.
Bu yöntemle çeviri görünürde makul gözüküyor. Aynı ifadenin benzer bir bağlamda tekrarlanmasının bizlere söylenenin ne olduğuna dair bir ipucu verdiğini varsayıyoruz. Ancak bizlerin ve karşılaştığımız uzaylıların dil becerisinde (tasarlanmış veya geliştirilmiş) yeterli ortak paydaya sahip olduğumuzu varsaysak bile, uzaylılarla anlamın paylaşılmasına olanak verecek görsel örneklemenin ve işaret etmenin toplumsal geleneklerini ille de paylaşmazdık. İşaret etme, onlar tarafından iletişim ile ilgili bir şey olarak anlaşılmayabilirdi. Başka biçimlerde fiziksel örnekleme de bir kelime anlamıyla bağlantılı olarak anlaşılmayabilirdi. Ve uzaylıların anlam ve çeviri geleneklerinin herhangi biri de muhtemelen bizler için eşit ölçüde belirsiz olacaktır. Paylaşılan bilimsel ve matematiksel gerçeklere dayandırılan bir iletişim girişimi bunu daha küçük bir sorun kılmıyor. Eğer bir şeye ilişkin iletişim kuruyorsanız ve ne hakkında konuşulduğunu bilmiyorsanız; ne iletildiğini anlama görevi kesinlikle imkansız olacaktır. Tercüme için bazı ortak sosyal bağlamlar ve sözleşmelere ihtiyaç vardır - ve bunları
farz edemeyiz.
Uzaylılarla iletişim meseleleri, dilbilimle ilgili akademik edebiyatta iyi temsil edilmemiştir. Bunun nedenlerinden biri, uzaylılarla karşılaşmamız halinde hangi zorlukların olacağına dair sezgilerimizi test etmenin (şimdiye kadar) imkansız olduğu gerçeğiyle ilgilidir. Yaptığımız herhangi bir varsayım ister istemez varsayımsal olacaktır. Uzaylılarla radyo dalgaları aracılığıyla iletişim kurma görevini (ele) alın (Carl Sagan’ın Mesaj adlı kitabı ve onun 1997 film adaptasyonu bu fikrin mükemmel incelemeleridir.) Ne ile iletişim kurduğumuzu bilmemek, uğraşacağımız birçoğunu tanımadığımız birçok öz- varsayımımız olmasını gerektirir.
Uzaylılarla iletişim kurmak için şu an bildiklerimizin sınırlarına mahkum olacağız; ve şu an bildiklerimizin yeterli olmaması da kuvvetle muhtemeldir.
Kozmik çocuklarla konuşmak gibi
Uzaylılarla yüz yüze gelirsek, bunu onların şartlarıyla yapacağımız muhtemeldir. Bu, türlerimizin karşılaştırmalı bir çocukluk döneminde olması durumunda, temas kurmak için adil bir varsayımdır. Galaktik mahallemizdeki yaşamı destekleyici gezegenlerin büyük miktarının yanı sıra, evrenin tam yaşı, karşılaştırmalı bebeklik olasılığımızı arttırmaktadır. Bizimle iletişim kurabilmeleri için önce çözmeleri gereken çok şey olurdu. Bununla birlikte, onların koşullarına uyursak (ve ilk temasın örneğin bir baskın müfrezesi olarak tasarlanmadığını varsayarsak) nasıl iletişim kurulacağını çözmeye dair zorlu görev, onlar tarafından zaten gerçekleştirilmiş olabilir. Eğer öyleyse, dilimizi konuşabilen uzaylıların kapımıza dayanması aksi takdirde düşünebileceğimiz kadar gerçek dışı olmayabilir.
Bununla birlikte, bu senaryonun kendisi anahtar bir varsayımda bulunur: bir şekilde başka bir gezegenden gelenlerle iletişim kurmanın zorlukları onlar için bizim için olduğu kadar baskılayıcı olacaktır. Bu amaca ulaşmak için, bizler hakkındaki bizlerin halihazırda cevaplarını bilmediğimiz zor sorulara cevap verebilmeleri gerekir. Onların dilimizi çözümleye dair ağır yükü kaldırmış olmamaları halinde ve bizler dili nasıl anladığımızı tam olarak anlayana kadar, uzaylılarla iletişim görevi imkansız olarak kalacaktır.
Kaynak: https://philosophynow.org/issues/131/Arrival
Yazar: Christopher Carroll
Yorumlar
Yorum Gönder