Ülkeleri zengin ya da fakir yapan nedir?


Nogales şehrini ikiye ayıran çit, insan topluluklarını düzenlemeye dair doğal bir deneyin parçasıdır. Çitin kuzeyinde Amerikan Arizona (eyaletine bağlı) Nogales şehri, güneyinde Meksika Sonora (eyaletine bağlı) Nogales şehri uzanır. Amerikan tarafında ortalama gelir ve hayat beklentileri daha yüksek, suç ve yozlaşma daha az, sağlık sistemi ve yollar daha iyi ve seçimler daha demokratik. Yine de,coğrafi ortam, çitin her iki tarafında da aynı, ve insan nüfusunun etnik karakteri benzer. İki Nogales arasındaki bu farklılıkların nedeni, ABD ve Meksika’nın mevcut politik ve ekonomik kurumları arasındaki ayrımdır. Daron Acemoğlu ve James Robinson’ın Ulusların Düşüşü (Why Nations Fail) adlı eserinin girişinde bulunan bu örnek, kitabın konusunun küçük çaplı bir resmini sunar. Güç, refah ve yoksulluk dünya genelinde büyük değişiklik gösterir. Dünyanın en zengin ülkesi Norveç, dünyanın en fakir ülkesi (Dünya Bankası'na göre kişi başına düşen ortalama gelir sırasıyla 84,290 dolar ve 170 dolar) Burundi Cumhuriyeti’nden 496 kat daha zengin. Neden? Bu temel bir ekonomi meselesidir.   


Farklı ekonomistler, ülkeleri daha zengin ya da daha fakir yapan koşullar ve etkenlerin göreceli önemi konusunda farklı görüşlere sahipler. En çok tartıştıkları etkenler, insanları çok çalışmaya ekonomik olarak verimli olmaya, öylelikle hem kendilerini hem de ülkelerini zenginleştirmeye sevk eden kanunlar ve uygulamalar olarak tanımlanabilecek sözde ”iyi kurumlar” dır.  Bunlar Nogales anekdotunun temeli ve Ulusların Düşüşü (Why Nations Fail)’nün odak noktasıdırlar. Yazarın sözleriyle: Nogales Arizona’nın, Nogales Sonora’dan daha zengin olmasının nedeni basittir: bu durum, sınırın iki tarafındaki Nogales Arizona ve Nogales Sonora sakinleri için birbirinden çok farklı teşvikler yaratan  birbirinden çok farklı kurumlardan kaynaklanır.       


İnsanları daha verimli olmaya teşvik eden iyi ekonomik kurumların arasında, özel mülkiyet haklarının korunması, sözleşme yürürlüklerinin öngörülebilirliği, yatırım yapma ve paralarının kontrolünü ellerinde tutma fırsatı, enflasyon kontrolü ve sermaye hareketleri serbestisi var. Örneğin insanlar kazançlarını karlı bir şekilde yatırım yapma imkanına sahiplerse sıkı çalışmaya istekli oluyorlar; ancak eğer hiç ya da çok az fırsatları varsa veya kazançları veya kârlarına el koyulması muhtemelse istekli olmuyorlar.    


Bu görüşü destekleyen en güçlü kanıt, sınırları:mesela tektip çerçevenin ve başlangıçta tektip olan insan nüfusunun nihayetinde refahta farklılıklar yaratan farklı ekonomik ve politik kurumları ayıran politik bir sınırla bölünmesini içeren doğal deneyimlerden gelmektedir. Nogales’in yanı sıra, örnekler uzey ve Güney Kore arasındaki ve eski Doğu ve Batı Almanya arasındaki zıtlığı içerir. Acemoğlu ve Robinson dahil birçok veya çoğu ekonomist bu çevre ülke örneklerinden yola çıkarak genelleme yapar ve iyi kurumların da aynı zamanda komşu olmayan ve coğrafi çevreleri ve insan nüfusları bakımından büyük farklılık gösteren uluslar arasındaki refah farklılıklarını açıkladığı sonucuna varırlar. İyi kurumların bir ülkenin refahını belirlemede önemli olduğuna hiç şüphe yoktur.Fakat neden bazı ülkeler iyi kurumlara sahipken diğerleri değil? Onların oluşmasının ardındaki en önemli faktör, merkezi hükümetin tarihi sürekliliğidir. Takriben M.Ö 3400 ‘de başlayan dünyanın ilk devletlerinin yükselişine kadar, tüm insan toplulukları, karmaşık ekonomik kurumları olmayan heyetler veya kabileler veya beyliklerden ibaretti. Uzun bir hükümet geçmişi iyi kurumları[ın varlığını] garanti etmez ancak en azından onlara olanak verir; kısa bir hükümet geçmişi ise onları oldukça olanakdışı yapar. Bir kimse aniden hükümet kurumlarını getirip insanların onları benimsemesini ve uzun kabile örgütü tarihlerini unutmasını bekleyemez. O acımasız gerçeklik, toplulukları çok yakın zamana kadar kabile değerlerine sadık olan Papua Yeni Gine gibi modern ulusların trajedilerinin asıl nedenidir. Oradaki petrol ve maden şirketleri, köy şefleri(muhtar gibi) aracılığıyla yerel arsa sahipleri için kullanılması amaçlanan işletme payları ödüyorlar ancak bu yöneticiler çoğunlukla bu payları kendilerine saklıyorlar. Bunun nedeni, toplumlarının, kabile liderlerinin herkesin çıkarlarını temsil etmek yerine kendi kişisel çıkarları ve kabile üzerindeki kendi çıkarlarını kovalamaya dair uygulamalarını içselleştirmiş olmalarıdır.Dünya genelinde hükümetlerin çeşitli devam süreleri yönetimlerin yükselişi için ön koşul olan çeşitli tarımsal süreçlere ve [bunların] verimliliğine bağlıdır. Örneğin Avrupa verimi yüksek tarımsal faaliyetleri 9000 yıl önce ve devlet yönetimini en az 4000 yıl önce ancak Ekvador altı Afrika az verimli tarımı sadece 2000 veya 1800 yıl önce devlet yönetimini ise çok daha yakın zamanda geliştirmeye başladı. Bu durum tarihsel farklılıkların modern refahın dağılımı üzerinde büyük etkilere sahip olduğunu kanıtlıyor. Ola Olsson ve Douglas Hibbs ortalama olarak bugün tarımsal faaliyetlerin birçok milenyum önce ortaya çıktığı -Örn Avrupa ulusları-ulusların daha kısa tarımsal geçmişe sahip uluslardan (örn Ekvador Altı Afrika ulusları) daha zengin olma eğiliminde olduklarını ve bu faktörün refahtaki tüm modern ulusal farklılıkların yarısını açıkladığını gösterdiler.Valerie Bockstette, Areendam Chanda ve Louis Putterman bundan daha ötesini gösterdiler; eğer 50 yıl önce eşit ölçüde fakir olan ülkeler (örn Güney Kore ve Gana) karşılaştırılırsa, uzun devlet yönetimi geçmişi olanlar (örn Güney Kore) ortalama olarak daha kısa geçmişi olanlardan daha hızlı zenginleşti.  


Yukarıda tartıştığım iyi kurumların kökenleri ardındaki ek bir faktör de “talihin dönüşü (the reversal of fortune)” olarak isimlendirilmiştir ve 9.bölümün Uluslar Neden Çökerler (Why Nations Fail)in konusudur. Avrupalılar tarafından son 500 yılda kolonize edilen Avrupalı olmayan ülkeler arasında başlangıçta daha zengin ve daha modern olanlar bugün çelişkili biçimde daha fakir olma eğilimindeler. Bunun nedeni, Avrupalıların Peru, Endonezya ve Hindistan gibi yoğun yerli nüfusa sahip eski zengin ülkelerde  refah ve işçiliği yerlilerden çekmek için zorla çalıştırma ve üretim müsaderesi gibi yozlaşmış “dışlayıcı” ekonomik kurumlar getirmiş olmalarıdır. (Acemoğlu ve Robinson dışlayıcı ekonomik kurumlar ile zenginliği ve geliri toplumun bir alt kümesinden [kitlelerden] farklı bir alt kümenin [yönetici elit] menfaatine almak için dizayn edilmiş uygulamalar ve politikaları kast ediyorlar.  


Ancak Costa Rica ve Avustralya gibi seyrek yerli nüfusa sahip eski fakir ülkelerde, Avrupalı yerleşimciler kendileri çalışmak zorunda kaldılar ve çalışmayı ödüllendiren kurumsal teşvikler geliştirdiler. Eski koloniler bağımsızlık kazandıklarında farklı olarak ya diktatörler ve elitler için zenginlik üretmek üzere kitleleri baskı altında tutan dışlayıcı kurumları ya da hükümetin gücü paylaştığı ve halklara peşinde koşacak teşvikler verdiği başka kurumları miras aldılar. Dışlayıcı kurumlar ekonomik gelişimi geciktirdi ancak teşvik edici kurumlar onu desteklediler.  


Acemoğlu ve Robinson’un bazı örneklerle bahsettikleri iyi kurumlara katkıda bulunan bir diğer faktör, “doğal kaynak laneti” adı verilen başka bir çelişki içerir. Doğal kaynaklara (mineraller, petrol ve tropik ahşaplar gibi) doğal olarak sahip olan ülkelerin daha fakir kaynaklara sahip olanlardan daha zengin olması beklenebilir. Aslında eğilim, belirli çeşit doğal kaynaklara (pırlanta ve petrol gibi) olan ulusal bağımlılığın çeşitli şekillerde yozlaşma, iç savaş, enflasyon ve eğitim ihmali gibi kötü kurumları destekleme eğiliminde olmasının sonucu olarak tam tersine doğrudur. 


12. Bölümde bahsedilen bir örnek ulusun fakirleşmesine sebep olan Sierra Leone’deki pırlanta patlamasıdır. Diğer örnekler sırasıyla Nijerya’nın ve Kongo’nun zengin petrol ve mineral kaynaklarına rağmen yoksul olmasıdır. 


Bunlar gücü, refahı veya yoksulluğu teşvik eden kurumsal faktörlerin ana klikleri ve onların kökenleridir. Diğer büyük klik, kurumlar tarafından aracılık edilmeyen doğrudan ekonomik sonuçları olan coğrafi faktörlerden oluşur. Bu coğrafi faktörlerden biri Ulusların Düşüşü’ndeki ulusal gelirleri gösteren bir dünya haritasında birden dikkat çeker. O haritada, hem Afrika ve hem de kıta Amerikası, kuzey ve güneydeki ılıman kuşakların daha zengin ülkelerinden iki ince dilim arasında sıkışmış fakir tropikal ülkelerin kalın fıstık ezmeli sandviç damarlarını anımsatır. 


Yeni Dünya’da iki kuzey ılıman kuşak ülkesi (ABD ve Kanada, ortalama gelir sırasıyla 47,390$ ve 43,270$) ve üç güney ılıman kuşak ülkesinin (Uruguay, Şili ve Arjantin sırasıyla 10,590$, 10,120$ ve 8,620$) hepsi, Orta ve Güney Amerika (gelir düzeyi çoğunlukla 1,110$ ve 6,970$ arasında) anakarasının 17 tropik ülkesinin neredeyse hepsinden daha zengin--ortalamada 5 kat zengin-dir. Benzer şekilde, ana kara Afrikası, çoğunlukla 37 umutsuzca fakir tropikal ülkeden oluşan, beş adet mütevazi şekilde varlıklı veya her biri Afrika’nın güney ve kuzey ılıman kuşaklarındaki daha az yoksul ülkelerden oluşan iki ince dilimle bitişik bir sandviçtir (bknz harita).


Şüphesiz ki kurumlar açıklamanın bir parçası iken, birçok şeyi de açıklanmamış bırakıyorlar: bu daha zengin ılıman kuşak ülkelerinden bazıları, kötü kurumlara dair tarihleri nedeniyle kötü şöhretliler (Cezayir, Arjantin, Mısır ve Libya) oysa tropikal ülkelerden bazıları da (Örn. Costa Rica ve Tanzanya) görece olarak daha dürüst hükümetlere sahiptiler. Tropik bir konumun ekonomik dezavantajları nelerdir?


Tropikal ülkelerin yoksulluğuna neden olan iki ana faktör ılıman ülkelerle karşılaştırıldığında: hastalıklar ve tarımsal verimlilik. Tropikler sağlıksız olmalarıyla tanınırlar. Tropik hastalıklar ortalamadan ılımlı kuşağa kadar çeşitli bakımlardan farklılık gösterirler. Evvela tropik alanlarda çok daha fazla parasitik hastalık (fil hastalığı ve sistomiyaz gibi) vardır; çünkü soğuk ılıman kışlar vücutlarımızın dışındaki parazit fazlarını öldürecektir ancak tropik parazitler vücutlarımızın dışında tüm yıl gelişebilirler. İkincisi sivrisinekler ve keneler gibi hastalık taşıyıcılar tropikal alanlarda ılımlı bölgelerde olduklarından çok daha çeşitlidirler.


Nihayetinde müsebbip mikropların özellikleri ılıman alanların bulaşıcı hastalıklarına karşı aşı geliştirilmesini tropikal hastalıklara olduğundan daha kolay hale getirdiler; yatırımlara harcanan milyonlarca dolara rağmen halen sıtmaya karşı bir aşı geliştirmeye yakın değiliz. Dolayısıyla tropik hastalıklar tropikal ülkelerin ekonomileri üzerinde büyük bir yük oluşturmaktadır.  


Tarımsal verimliliğe gelince, ortalamalar, yine birkaç sebepten dolayı tropikal bölgelerde ılıman alanlarda olduğundan daha düşüktür. Öncelikle ılıman bölge bitkileri biz insanlar için (kökler ve tohumlar) yenilebilir alanlarda, tropik bölgelerdeki bitkilerden daha fazla enerji deposudur. İkincisi, haşereler tarafından taşınan hastalıklar ve diğer zararlılar tropik alanlarda mahsul verimini ılıman bölgelerde olduğundan daha fazla düşürürler; çünkü zararlılar daha çeşitlidir ve yıl boyunca tropikal bölgelerde ılıman alanlarda olduğundan daha uzun yaşarlar. Üçüncüsü, buzullar ılıman bölgeler üzerinde aralıksız olarak yerleşiktir ve zaman zaman besleyici açıdan zengin genç topraklar yaratarak erirler. Tropik alçak bölge arazileri bin yıllardır buzullarla çevrilmemiştir ve besleyici maddeleri yağmurlarla süzülmüş yaşlı topraklara sahip olma eğilimindedirler (genç bereketli volkanik ve alüvyonlu topraklar istisnadır). Dördüncüsü, tropikal alanlardaki ılıman bölgelere nazaran daha yüksek yağış miktarı ortalamaları topraktan yağmurla daha fazla besleyici maddenin süzülmesiyle sonuçlanır.   


Sonuç olarak, daha yüksek tropik hava sıcaklıkları ölü yaprakların ve diğer organik maddelerin mikroplar ve diğer organizmalar tarafından kolayca parçalanmaları için toprağa düşmelerine ve besleyici maddelerinin burada süzülmesine neden olur. Ilımlı bölgelerde toprak verimliliği ortalama olarak yüksek olduğundan, tropikal alanlara nazaran zararlılar nedeniyle yitirilen mahsul oranı daha az ve tarımsal verimlilik daha fazladır. Güney Amerika’nın güney ılımlı kuşağındaki Arjantin’in iyi kurumlardan bariz yoksunluğuna (büyük ölçüde tarihi nedeniyle) rağmen ekonomistler tarafından övülmesinin Latin Amerika’nın başlıca ve dünyada önde gelen  gıda ihracatçılarından olmasının nedeni budur. 


Bu suretle, kurumlardan bağımsız olarak işleyen coğrafi enlem, gücü,refahı ve yoksulluğu etkileyen önemli bir coğrafi faktördür. Diğer coğrafi faktör bir bölgenin deniz kıyısında ya da seyrüsefere elverişli bir ırmak üzerinde konumlanıp açık deniz gemilerini için ulaşılabilir olup olmadığıdır. Bir ton kargoyu karadan yüklemenin maliyeti denizden yüklemekten kabaca yedi kat daha fazladır. Bu da karayla kuşatılmış ülkeleri ekonomik olarak dezavantajlı bir duruma sokar ve denize kıyısı olmayan Bolivya ve yarı karayla çevrili Paraguay’ın neden Güney Amerika’nın en yoksul ülkeleri olduklarını açıklamaya yardımcı olur. Aynı zamanda yüzlerce kilometre boyunca Nil dışında seyrüsefere uygun nehirlerle bağlantısı olmayan Afrika'nın 15 karayla kuşatılmış ulusla neden en yoksul kıta olduğunu da açıklamaya yardımcı olur. Karayla kuşatılmış bu 15 Afrika ulusunun 11 i ortalama 600$ ya da daha az gelire sahip; sadece Afrika dışındaki iki ülke (Afganistan ve Nepal, aynı şekilde karayla çevrililer) bir bu kadar yoksullar.


Zenginliğin ve yoksulluğun altında yatan bir diğer ana neden doğal çevrenin durumudur. Tüm insan popülasyonları çeşitli ölçülerde yenilenebilir doğal kaynaklara - özellikle ormanlar, su, toprak ve deniz ürünleri-bağımlıdırlar. Bu tür kaynakları sürdürülebilir şekilde yönetmek ustalık ister. Kaynaklarını aşırı şekilde tüketen ülkeler - farkında olmadan ya da kasıtlı-kaynak yok etmenin sonuçlarını doğru tahmin etmenin zorluğu ekonomistlerin onu görmezden gelmelerine neden olsa da, kendi kendilerini yoksullaştırma eğilimindedirler. Bu da– Haiti, Rwanda, Burundi, Madagaskar ve Nepal gibi – ormansızlaştırılmış ülkelerin neden fakir ve politik anlamda istikrarsız olmakla ünlendiklerini açıklar.


O zaman bunlar ulusların zenginlik konusunda neden farklılık gösterdiğini anlamak için başvurulan temel unsurlardır. Unsurlar çeşitli ve kapsamlıdır. Hepimiz kişisel deneyimlerimizden neden her birimizin daha zengin ya da daha fakir olduğumuz sorusuna tek bir basit cevap olmadığını biliyoruz: bu, bazı unsurlara değinmek gerekirse, mirasa, eğitime, hırsa, yeteneğe, sağlığa, kişisel bağlantılara, fırsatlara ve şansa bağlıdır. Dolayısıyla tüm toplumların neden daha zengin veya daha fakir oldukları sorusuna tek bir basit cevap verilemeyeceğine de şaşırmamalıyız.  


Acemoğlu ve Robinson bu çerçeve içinde kurumsal faktörlere odaklanıyor: İlk olarak ekomomik kurumlara ve sonra onları yaratan politik kurumlara. Onların sözleriyle : “Ekonomik kurumlar bir ülkenin fakir veya müreffeh olup olmadığını belirlemede önemliyken, bir ülkenin ne gibi ekonomik kurumlara sahip olduğunu belirleyen siyasetleri ve politik kurumlarıdır.” Bilhassa, kapsayıcı ekonomik ve politik kurumlar olarak isimlendirdiklerini vurguluyorlar “kapsayıcı ekonomik kurumlar, geniş insan kitlelerinin ekonomik aktivitelere katılımına izin veren insanların yeteneklerini ve becerilerini en iyi şekilde değerlendiren ve bireylere diledikleri tercihleri yapma imkanı veren kurumlardır.” Örneğin Güney Kore de ama Kuzey Kore de değil, insanlar iyi eğitim alabilirler, mülk sahibi olabilir, iş kurabilir, ürün ve hizmet satabilir, sermaye biriktirebilir ve yatırım yapabilir, serbest piyasada para harcayabilir, mortgage ile ev sahibi olabilir dolayısıyla daha sıkı çalışarak bu beklenti içine girebilir ve hayattan zevk alabilirler.


Bu gibi kapsayıcı ekonomik kurumlar sırayla “ gücü toplumda kapsamlı bir biçimde dağıtan ve onu kısıtlamalara tabi tutan politik kurumlardan” doğarlar…”Kapsayıcı politik güç, tek bir birey veya dar kapsamlı bir gruba verilmekten ziyade, geniş bir koalisyonun veya çoğunluk gruplarının tasarrufunda olur. “ Yakın zamanda Güney Kore, İngiltere ve ABD daha erken olmak üzere politik kararlarda vatandaşların geniş bir katılımına sahipler; Kuzey Kore’de böyle bir durum yok. Kapsayıcı ekonomik ve politik kurumlar bireyleri, ellerinden geldiğince ekonomik verimliliklerini artırmaları için teşviklerle donatır. Bu gibi kapsayıcı kurumlar, politik gücü dar kapsamda toplayan mutlakiyetçi politik kurumlarla ve insanları büyük ölçüde diktatörlerin yararına çalışmaya zorlayan çıkarıcı kurumlarla karşılaştırılıyor. Kapsayıcı politik kurumların bugüne kadar [ki] nihai gelişimi, evrensel oy hakkı ve görece eşitlikçi toplumlarıyla İskandinav demokrasileridir. Bununla birlikte, modern diktatörlüklerle (Kuzey Kore gibi) ve (18. yy İngiltere'sinde olduğu gibi) vatandaşların sadece bir azınlığının oy kullanabildiği veya politik kararlara katılabildiği toplumlarla, geçmişte yaygın olan mutlak monarşilerle karşılaştırıldıklarında yine de kapsayıcılık yönünde önemli bir ilerlemeyi temsil ediyorlardı. 


Yazarlar bu çarpıcı ikilikten yola çıkarak düşünmeye teşvik eden sonuçlara varıyorlar. Dışlayıcı ekonomik kurumlara sahip mutlakiyetçi rejimler bazen ekonomik büyüme elde edebilmelerine rağmen, bu büyüme var olan teknolojiye dayalıdır ve sürdürülemezdir; çökmeye eğilimlidirler; oysa ki kapsayıcı kurumlar teknolojik değişime dayalı sürdürülebilir büyüme için gereklidirler.Bir kimse saflıkla diktatörlerin uzun vadeli ekonomik büyümeyi desteklemesini bekleyebilir; çünkü bu nevi bir büyüme onlara çıkarmak için daha fazla zenginlik üretecektir. Ancak çabaları çarpıktır, çünkü bireysel vatandaşlar için ekonomik olarak iyi olan şey politik elit için kötü olabilir ve ekonomik büyüme en iyi elitlerin hükümranlığını sarsacak kurumlar tarafından desteklenebilir.     


Ulusların Düşüşü, bu noktaları örneklerle açıklamak üzere vaka çalışmaları sunuyor: Sovyetler Birliği ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik yükselişleri ve müteakip gerilemeleri; Çar Rusyasının direnişi ve Habsburg hanedanının arazi sahibi aristokrasinin gücünü zayıflattıkları ve devrimi teşvik edecekleri korkusuyla demiryolları inşa etmesi ve özellikle günümüzde söz konusu olan büyüme beklentileri birçok Batılı gözlemciye–ancak Çin’in “büyümesinin sıfırı tükettiğini” yazan Acemoğlu ve Robinson’a değil– sınırsız görünen Komünist Çin’in gelecekteki muhtemel yörüngesi. 


Bununla birlikte kapsayıcı kurumlar üzerine dar kapsamlı odaklanmalarında yazarlar başka unsurları da görmezden geliyor ya da reddediyorlar. Daha önce bir bölgenin kara ile çevrili veya çevresel zarara uğramış olmasının etkilerinden bahsetmiştim; bunlar yazarların tartışmadığı unsurlar. Kurumlara odaklanmaları dahilinde bile yoğunluğun özellikle kapsayıcı kurumlar üzerinde olması yazarların doğal kaynakların lanet olabileceği durumlara yetersiz açıklamalar getirmelerine neden oluyor. Doğru, kitap kaynak lanetine(Sierra Leone pırlantalarla lanetlenmiş) ve lanetin nasıl başarılı şekilde bertaraf edildiğine (Botswana) dair anekdotlar sunuyor. Fakat kitap hangi kaynakların lanete (pırlantalar evet demir hayır) nasıl ve neden katkıda bulunduğunu açıklamıyor. Kitap ne ABD ve Avustralya (onlar demokrasileri kaynak ihracı dışında başka şeylere de dayanan demokrasiler) gibi bazı büyük kaynak üreticilerinin laneti nasıl bertaraf ettiğini ne de Sierra Leone ve Botswana’nın yanı sıra hangi diğer kaynağa bağımlı ülkelerin sırasıyla lanete nasıl yenildiklerini ya da üstesinden geldiklerini gösteriyor. Talihin dönüşü hakkındaki bölüm, şaşırtıcı biçimde yazarların tersine dönme derecesinin nasıl önceki servete ve Avrupalılara sunulan sağlık hizmetlerine dayandığı konusundaki kendi ilginç bulgularından bahsetmiyor. 


Acemoğlu ve Robinson’ın sadece birkaç cümle ile geçiştirmek için bahsettikleri iki ana faktör tropik hastalıklar ve tropik tarımsal verimlilik. 


Belli ki tropik hastalıklar Afrika’da çokça acıya ve yüksek çocuk ölümü oranlarına sebep oluyor ancak bunlar Afrika’nın fakir olmasının sebebi değil. Hastalık büyük ölçüde yoksulluğun ve hastalıkların kökünü kazımak için gerekli kamu sağlığı önlemlerini alamayan veya almaya isteksiz hükümetlerin bir sonucudur. Tarımsal verimliliğin-akre başına düşen ürün miktarı- birçok fakir ülkede özellikle sahra altı Afrika’da neden çok düşük olduğu, toprak kalitesi ile çok az ilgilidir. Bu daha ziyade arazinin mülki yapısının ve yönetimleri altında bulundukları hükümetler ve kurumlar tarafından çiftçiler için oluşturulmuş teşviklerin bir sonucudur.    


Konular hakkında bilgili olan herhangi birini hayrete düşürecek olan bu geniş kapsamlı ifadeler iki bilim alanını tümüyle savuşturuyor: tropik tıp ve ziraat. Yukarıda özetlediğim üzere, tropik biyolojinin iyi bilinen gerçekleri, jeoloji ve iklimbilim, tropik ülkelere ılıman ülkelerden daha büyük sorunlar yüklüyor.      


İkinci bir zayıflık, Acemoğlu ve Robinson’ın kapsayıcı ekonomik ve politik kurumlar olarak tanımladıkları şeyin zenginliğe yönelik sonuçlarıyla birlikte tarihsel kökenlerini içeriyor. Britanya ve Japonya gibi bazı ülkeler bu nevi kurumlara sahipken, Etiyopya ve Kongo gibi ülkelerin bu gibi kurumları yok. Yazarlar neden olduğunu açıklamak için her ülkenin tarihinden,  o hikayenin o ülkenin neden iyi kurumlar geliştirdiğini ya da geliştirnediğini açıkladığı sonucuna vararak sona eren bir “işte böyle hikayesi” sunuyorlar. Örneğin bize anlatıldığına göreBritanya kapsayıcı kurumları 1688’in Muhteşem Devrimi’nin ve önceki olayların bir sonucu olarak benimsemiştir; ve Japonya kurumlarını 1868’den sonra ıslah etmiştir ancak Etiyopya mutlakiyetçi olarak kalmıştır. Acemoğlu ve Robinson’ın tarih görüşü kritik durumlardaki küçük etkilerin uzun vadeli tesirleri olduğu ve tahmin yürütmenin zor olduğudur. Açıkça söylememelerine rağmen, bu görüş, iyi kurumların dünya genelinde belirli bir zaman ve mekanda kimin neye karar vereceğinin tuttuğuna bağlı olarak rastgele filizlenmiş olması gerektiğini önerir.  


Ancak iyi kurumların ve onların yarattıkları zenginlik ve gücün rastgele filizlenmediği aşikardır. Örneğin tüm Batı Avrupa ülkeleri herhangi bir tropikal Afrika ülkesinden daha iyi kurumlarla daha zengin hale gelmişlerdir. Altta yatan büyük farklılıklar sonuçlardaki bu farklılığa neden olmuştur. Avrupa, her biri Basra Körfezi üzerinden güneydoğu Türkiye ve Yukarı Mısır’a uzanan hilal şeklindeki bölge bereketli hilal tarafından evcilleştirilmiş ve Avrupa’ya getirilmiş olan dünyanın en verimli mahsulleri ve yerli hayvanlarına istinaden uzun bir tarımsal geçmişe sahiptir. Tropik Afrika’da tarım sadece 1800 ila 5000 yıl arasında bir yaştadır ve daha az verimli ehlileştirilmiş mahsullere ve ithal hayvanlara dayanır. 


Sonuç olarak, Avrupa, bütün Sahra altı Afrika ülkeleri için birkaç yüzyıl veya daha az olan süreçle karşılaştırıldığında dört bin yıla yaklaşan hükümet deneyimine, karmaşık kurumlara ve büyüyen ulusal kimliklere sahip oldu. Avrupa buzullaşmış mümbıt topraklara, yazın belirli bir yağış miktarına ve birkaç tropik hastalığa ev sahipliği yapıyor; tropik Afrika buzullaşmamış ve aşırı derecede verimsiz topraklara, daha belirsiz yağış miktarına ve birçok tropikal hastalığa meskendir. Avrupa içinde Britanya’nın yabancı ordulardan gelebilecek tehlikelere karşın nadiren risk altında bir ada olmaktan ve 1492’den sonra denizaşırı ticarete açık hale gelen Atlantik Okyanusuna bakmaktan kaynaklı başka avantajları da vardı.   


Bu avantajlara sahip ülkelerin bu dezavantajlara sahip ülkeler [zenginleşmezken] iyi kurumlarla zenginleşmeleri şaşırtıcı olmamalı. Üretken tarımdan yavaşça hükümete, devletleşmeye, karmaşık kurumlara ve zenginliğe rehberlik eden bu neden-sonuç ilişkisi zinciri tarımsallıkla sürüklenen tüm vatandaşları içeren yüz yüze tartışmalar vasıtasıyla karar verme için ziyadesiyle yoğun nüfuslu toplumlarda sırasıyla merkezileşmiş karar vermeye ihtiyaca ve yiyecek maddeleri kralları ve onların bürokratlarını beslemek için kullanma ihtimaline götüren nüfus patlamalarını ve yiyecek fazlası yığılmalarını kapsıyordu.Takriben M.Ö 3400’lerde başlayan bu süreç, artık dünyanın Bereketli Hilal, Mısır, Çin ve İndus Vadisi, Girit, Meksika Vadisi, And Dağları ve Polinezya Hawaisi dahil verimli tarıma sahip birçok farklı kesiminde bağımsız olarak gelişmiştir.     


Bir başka zayifet de, yazarların gerçeklerle desteklenmeyen veya çelişen iddialara başvurmaları. Buna bir örnek tarımın kökenlerini açıklamak için kurumlar üzerindeki odaklanmalarını genişletme girişimleridir. Tüm insanlar aslında dünya geneline yayılmış sadece dokuz küçük alanda birbirinden bağımsız olarak çiftçi haline gelen avcı toplayıcılardı. Bitki bilimciler ve arkeologlar tarafından yürütülen yüzyıllık bir araştırma bu alanları istisnai yapan şeyin ehlileştirmeye elverişli yabani bitki ve hayvan türleri (yabani buğday ve mısır) açısından zenginliği olduğunu gösterdi.


Genel düzen göçebe avcı toplayıcıların yerleşik çiftçiler haline gelmesiyken istisnalar vardı: bazı göçebe avcı/toplayıcılar önce göçebe çiftçilere (Meksika ve Yeni Gine’nin alçak bölgelerinde) dönüşürlerken diğerleri(Aborjin Avustralyası) asla çiftçi olmadılar; bazı yerleşik avcı/toplayıcılar yerleşik çiftçilere (Bereketli Hilal) dönüşürken diğerleri asla çiftçilik (Pasifik Kuzeybatı Kızılderilileri) yapmadılar; bazı yerleşik çiftçiler göçebe avcı toplayıcılar (yaklaşık 4000 yıl önce Güney İsveç) haline geldiler.   


Beşinci bölümlerinde Acemoğlu ve Robinson tamamen kanıtlardan yoksun olarak o belirli avcı toplayıcıların yerleşik hale geldiklerini çünkü bilinmeyen nedenlerle varsayımsal bir politik devrim vasıtasıyla yenilikçi kurumlar geliştirdiklerini iddia etmek için o istisnai örneklerden birini (Bereketli Hilal için kullandıkları) kullanıyorlar. Dahası, tarımın kökenlerinin, botanikçiler ve arkeologlar tarafından tanımlanmış olan ehlileştirilebilir yabani türlerin yerel ulaşılabilirliğinden ziyade, kurumsal yeniliğin kendi tercih ettikleri açıklamasına dayandığını öne sürüyorlar.  


Acemoğlu ve Robinson bu yaygın kabul gören yorumu çürütmeye yönelik tartışmaların arasında, sayfa 56 daki Harita 5, sayfa 56 ve 66 daki arkeobotanistler Daniel Zohary ve Maria Hopf’un yabani arpa ve üç buğdaydan birinin iki hibrid atasından birinin ( ki Acemoğlu ve Robinson bunu yanıltıcı şekilde sadece “buğday” olarak tanımlıyorlar) yayılımını betimleyen Domestication of Plants in the Old World kitabından haritaları yeniden çiziyorlar. Bu haritaları “arpa ve buğdayın atalarının Bereketli Hilal ‘in ötesindeki uzun bir yay boyunca yayıldığı dolayısıyla Bereketli Hilal’in tarımın kökenlerine dair eşsiz rolünün “bitki ve hayvan türlerinin mevcut olma durumunca belirlenmediği” anlamına gelecek şekilde alıyorlar.


Zohary ve Hopf’un gösterdikleri şey aslında gerniğin Bereketli Hilal’le sınırlı olduğu ve yabani arpa ve siyezin aşırı yaygın olduğu bölgelerin de Hilal’e, Bereketli Hilal’e hapsedilmiş ve diğer orijinal Bereketli Hilal ekinlerinin yaban atalarının da aynı şekilde Hilal’le kısıtlandığı veya burayı merkez aldığı ve Hilal’in yerel tarımın doğmuş olabileceği tek alan olduğuydu. Acemoğlu ve Robinson bu bulguları yanlış ifade ederek kendilerine zarar veriyorlar. 


Kapsayıcı kurumlar yazarların iddia ettiği üzere refahın çok büyük etkeni olmasalar da önemli bir faktördür. Muhtemelen refahtaki ulusal farklılıkların %50’sini açıklarlar. Bu modern dünyada başlıca güçlerden biri olarak bu nevi kurumlar tesis etmek için yeterlidir. Ulusların Düşüşü, ilgili herhangi bir okur için kurumlar ve sonuçları hakkında bilgi edinme hususunda çok iyi bir yoldur. Oysa ki akademik ekonomistler tarafından yazılan birçok makale sıradan insanlar için , Acemoğlu ve Robinson bu kitabı yazmışlar böylece konu ekonomist  biz sıradan insanlar tarafından da anlaşılabilecek ve sevilebilecek.


Ulusların Düşüşü, politikacılar ve ekonomik gelişimle alakadar olan herkes için gerekli bir okuma olmalıdır. Yazarların bugün fakir ülkelerdeki şartları iyileştirmek için ne yapılabilir ve ne yapılamaz tartışmaları düşünmeye itici ve tartışmayı ateşeleyecektir Bağışçılar ve uluslararası kurumlar ya yabancı yardımlarla ya  da fakir ülkeleri iyi ekonomik siyasetleri benimsemeye teşvik ederek “refah mühendisliği” yapmaya çalışıyor. Ancak bu iyi niyetli çabaların sonuçları ile ilgili geniş çaplı bir hayal kırıklığı var. Acemoğlu ve  Robinson bu hayal kırıklığı yaratan sonuçların nedenlerini son bölümlerinde kısa ve özlü biçimde teşhis ediyorlar: “Problemlerin temel nedenleriyle–dışlayıcı kurumlar ve onları daim kılan siyasetler–yüzleşmeden refah mühendisliğine girişmenin olumlu sonuçlar vermesi mümkün değildir.”  


Jared Diamond ın New York Review of Books Haziran 7, 2012 sayısındaki Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty by Daron Acemoglu and James A. Robinson Crown, 529 pp. eleştirisidir. Kitap, ülkemizde Ulusların Düşüşü adıyla Doğan Kitap tarafından yayınlanmıştır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar