Irk üzerine bir tartışma

Margaret Mead ve James Baldwin’in suçluluk duygusu ve sorumluluk arasındaki fark ve affetmek üzerine yaptıkları müthiş sohbet.

“İnsanlar hakkında mümkün olduğunca anlayışlı olmalıyız çünkü hala birbirimizin tek umuduyuz.”

Bu, Baldwin ve Mead’in birkaç bölümden oluşan tarihi söyleşisinin ilk kısmıdır. İkinci bölüm, kimlik, ırk ve mülteci deneyimine odaklanırken, üçüncü bölüm değişen kadere, dördüncü bölümse, tüketim sonrası kültürde yeniden tasarlanan demokrasiye odaklanır.

25 Ağustos 1970 akşamı Margaret Mead (16 Aralık 1901-15 Kasım 1978) ve James Baldwin (2 Ağustos 1924-1 Aralık 1987) New York’da bir sahnede, kimlik, güç ve ayrıcalık, ırk ve cinsiyet, güzellik, din, adalet gibi kalıcı endişeler ve akıl ile hayal gücü arasındaki ilişki hakkında herkese açık bir söyleşi için bir araya geldiler. Bu noktada, Baldwin- 47 yaşındaydı ve Paris’te yaşıyordu- tartışmasız dünyanın yaşayan en ünlü şairi ve insan hakları tartışmalarında muazzam derecede etkili bir sesti. 70 yaşına merdiven dayayan Mead, elinin altındaki çığır açıcı saha deneyimleri ile ileri görüşlü bir antropologdu; en iyi kültür kurumlarından bazılarında dersler veren ve Redbook dergisinde popüler bir tavsiye sütununa sahip olan doktor, dünyanın ilk ünlü akademisyeniydi. 

Resim, Wendy MacNaughton Brain Pickings için

Hafta sonu boyunca yedi buçuk saat deha ve cesaret üzerine konuştular; diyalogda benzerlik ve farklılığın mükemmel dengesini sağladılar ve bu da sohbeti aydınlatıcı ve son derece ayrıcalıklı hale getirdi. Diğer yandan, 20.yy’ın ilk yarısında yaşamış beyaz bir kadın ve siyahi bir adam gibi, rüştlerini birbirinden çok farklı dünyalarda edindikleri deneyimlerle kazandılar. Bir yandan da, entelektüel devler olarak ortak dünyaları da vardı; onlar dönemin kültürel stereotiplerine karşı hırslı panzehirlerdi; yarım yüzyıl önce evlilik eşitliğinden bahseden queer bireylerdi; insan ruhunu (derinliğini) kararlı şekilde sergilediler.

Onların söyleşisi, kültürel kayıtların dikkat çekici ve güncel bir parçası olmasının yanı sıra, sonunda nüshaları nihayetinde A Rap on Race (Irk hakkında bir tartışma) adıyla yayınlanan konuşmalarında tekrar eden temalardan birine —geçmişi, sadece dünyamızın itici güçlerini anlama ve onları daha iyi bir geleceğe doğru harekete geçirmenin ne kadar merkezi olduğunu yeniden keşfetmek için şimdiyle alakalı olmayan biçimde bir kenara atma eğilimimizin— de acı tatlı bir göstergesidir. Bu unutulmuş hazine, ki ben bunu Ferguson ve Eric Garner trajedisinden sonra yeniden kullanmaya başladım; sıra dışı zamansızlığıyla nefesimi kesti—  bu iki dikkat çekici aklın 1970 yılında boğuştuğu fikirler, kırk yıl sonra bizlere musallat olmak ve bizlerle alay etmek için çözümlenmemiş ve çözülmemiş olarak, artık kaçınılamayacak veya inkar edilemeyecek bir ivedilikle ortaya çıktı.

Bununla birlikte, söylenenlerden bazıları kısa ve öz şekilde dahicedir; ve meselenin temelini özetler: Bir noktada Baldwin şuna dikkat çekiyor: “İnsanlar hakkında mümkün olduğunca anlayışlı olmalıyız çünkü hala birbirimizin tek umuduyuz.” —Yine de, bu kadar karmaşık, çok boyutlu, geniş kapsamlı bir sohbeti tek bir makalede sentezlemek veya tek bir baskın konuya dikkat çekmek, onu monotonlaştırmak ve güçsüzleştirmek anlamına gelecektir. Bunun yerine Brain Pickings’in son10 yılında neredeyse hiç yapmadığım bir şeyi yapacağım: Mead ve Baldwin’in affetmeye, suçluluk ve sorumluluk arasındaki fark ve bugünü anlamada ve daha onurlu bir gelecek inşa etmede geçmişin rolüne dair zengin öngörüsel dokularıyla başlayarak, bu son derece değerli kültürel eseri, her bölümde bu dehanın zoetropundan yükselen belirli bir bakış açısı ile çok kademeli bir dizi incelemeye tabii tutarak keşfedeceğim.

Mead ve Baldwin Martin Luther King’in ünlü adalet ve pasif direniş mektubundan bir ay sonra, Birmingham’da Pazar Okulu’ndan dört kızın ölümüne yol açan bombalamalardan duydukları ortak üzüntüden bahsederlerken,  bu uzun sohbetin süregelen en derin konularından birine ulaşıyorlar — suçluluk duygusu, sorumluluk ve ilerisine yönelik, yıkıcı nitelikli olandan çok yapıcı bir yolun temini arasındaki elzem fark hakkındaki sorulara. 

MEAD: Suçluluk duygusunu ele almanın farklı yolları var. Doğu Ortodoks inancında, herkes yaratık olma durumunun ve o zamana kadar düşündükleri her şeyin suçluluğunu paylaşır. Şimdi, Batı Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika konumu bütünüyle kendi yaptığınız şeylerden suçlu olduğunuzu diğer insanların yaptıklarından sorumlu tutulamayacağınızı söylüyor.   

[…]

BALDWIN: Bu ülkede polis, bir Kara Panter veya siyah bir avukat ya da kardeşimle benim aramda bir ayrım yapmıyor. Polisler, tetiği çekmeden önce bana ismimi sormayacaklar. Ben bu toplumun bir parçasıyım ve herkesle—diğer herhangi bir siyahi vatandaşla—  tamamen aynı durumdayım. Eğer bunu bilmeseydim, o zaman büsbütün kendimi kandırmış olurdum... varmak istediğim nokta, sorumluluk sorusudur. Bombalamayı [Birmingham’da dört siyahi öğrenciyi öldüren] ben yapmadım. Ve ben asla kimseyi linç etmedim. Yine de olanlardan değil olabileceklerden sorumluyum. 

MEAD: Evet bu farklı. Ne olabileceğine dair sorumluluğun, iyi nitelikli bir suçluluk duygusu olduğuna inanıyorum—ki bu, bir anlamda saçma bir terimdir—

BALDWIN: Evet. Ne söylemek istediğini anlıyorum. Bu yararlı bir suçluluk duygusu.

MEAD: Sorumluluk. Bir şeylerin değişmesi için gayret göstereceğimi söylüyor. Fakat, başkaları tarafından yapılmış bir şeyin sorumluluğunu almak—


BALDWIN: Pekala, bunu yapamazsın.

Mead, kafa karıştırıcı sorumluluk ve suçluluk duygularının tehlikelerini hayatının anne olarak  sürdürdüğü bölümünden, 1940’ların ortalarında ırklar ve etnik gruplar arası ilişkileri teşvik etmek için bir üniversite girişimi başlattığı dönemden mükemmel bir örnek vererek açıklıyor:

MEAD: Bana ayak uydurmak yerine çam ağaçlarına tırmanan dört yaşındaki çocuğumla Wellesley kampüsü boyunca yürüyordum. 

Dedim ki, “Hemen o ağaçtan aşağı in. Bir kızılderili gibi çam iğnesi yemek zorunda değilsin. Böylece aşağı indi ve sordu: ‘Kızılderililer neden çam iğnesi yiyorlar?’ Dedim ki, “C vitamini ihtiyaçlarını karşılamak için. Çünkü portakalları yok.” O da sordu: “Neden portakalları yok?” sonra bütünüyle net bir teknik hata  yaptım; dedim ki, “Çünkü beyaz adam topraklarını aldı”. Bana baktı ve dedi ki “Ben beyaz mıyım?” “Evet sen beyazsın.”  “Ama ben onların topraklarını almadım ve alınmasından da hoşlanmadım.” diye bağırdı.

Eğer “Erken yerleşimciler onların topraklarını aldı” deseydim; o da “Ben bir erken yerleşimci miyim? “ diye sorardı. Ama ben kapsamlı bir ırksal kategori çizmiştim: beyaz adam. Asil bir düşünceydi, ama yine de ırkçı bir düşünceydi.

Sohbet bir kez daha, geçmişteki suçluluk duygusundan ziyade, şimdiki zamana ait bu sorumluluk talebini göz önünde tutarak modern dokunaklılığını açığa vuruyor:

MEAD: Çocuklar diyor ki— onlar bu konuda oldukça netler—gelecek şimdidir. 2000 yılı hakkında öngörüde bulunmanın anlamı yok.

BALDWIN: Hayır.

MEAD: Önemli olan bu hafta ne yaptığımızdır.

BALDWIN: Kesinlikle

MEAD: Var olan tek şey bu. Bundan başka zaman yok.

Suçluluk konusuna tehlikeli dini kökenleriyle birlikte tekrar değiniyorlar; ve kölelik suçunu tartışırken affetmenin güçlüklerinden bahsediyorlar. 

Michelangelo’nun öğrencilerinden Portekizli sanatçı, tarihçi, ve filozof Francisco de Holanda’nın  1573 tarihli bir çalışması, Michael Benson’ın Cosmigraphics kitabından. 


BALDWIN: Ben, tamamen romantik olma riski altında, bunun İncil'de konuşulan suç olduğunu düşünüyorum, kutsal ruha karşı işlenen ve affedilemeyecek olan günah. Ve eğer bu doğruysa—

MEAD: O zaman gidecek hiçbir yerimiz yok.

BALDWIN: Hayır, kefaretimiz var.

MEAD: Kutsal Ruha karşı işlenen günah için değil.

BALDWIN: Yok mu?

MEAD: Demem o ki sonuçta bir zamanlar ilahiyatçıydın.

BALDWIN: Bir zamanlar vaizdim evet.

MEAD: Ve Kutsal Ruha karşı işlenen günahın özelliği—

BALDWIN: Affedilemez olmasıdır.

MEAD: Yani eğer bir suçu affedilmesi imkansız olarak nitelerseniz, herkesi mahkum edersiniz.

[…]

Bak, insanlığa karşı milyonlarca suç işlendi. Milyonlarca! Şimdi, neden bir suç diğerinden daha önemli olsun?

BALDWIN: Hayır, açıkça belirtmek gerekir ki, bir suç başka bir suçtan daha önemli değildir ve tüm suçların cezalandırılması gerekir.

MEAD: Tamam, tüm suçlar ... Fakat kefaret hakkında konuştuğunda, suç işlendiğinde henüz doğmamış olan insanlardan bahsediyorsun.

BALDWIN: Hayır, ben kişinin kendisini zamanda, tarihte yada şimdide nerede bulduğunun farkına varmasını kast ediyorum. Farkına varmayı kast ediyorum. Velhasıl ben de suçsuz değilim. Erkek kardeşlerime kız kardeşlerim için ihanet ettim.

[…]

MEAD: Başkalarının yaptıkları için herhangi bir suçluluk kabul etmeyeceğim. Kendi yaptıklarım için suçluluk kabul edeceğim.

[…]

BALDWIN: Her ikimiz de, hepimiz, bir şekilde kontrol edemeyeceğimiz bir gerçeklik sistemi ürettik, tarih dediğimiz şey de muhtemelen zaman içinde olanlar ve şu an gerçekleşmekte olanlar için sorumluluk almaktan kaçınmanın bir yoludur. 

Bu sohbet, temel bir karşılıklı saygı ile desteklenmiş ve onun muhteşem şekilde tatlı anlık dışavurumları ile noktalanmıştır —Mead ve Baldwin, bir onay jesti olarak sıklıkla birbirlerinin kelimelerini tekrarlarlar ve hatta bir diğerinin fazlaca alçakgönüllü olmasına izin vermeme     
konusunda dostane biçimde çekişirler. ( “ Eğer zeki olsaydım bile, ve bu tartışılabilirdir.” diyor Baldwin bir yandan ve Mead hemen ekliyor, “ Bu tartışmalı değil” “ Bu bana göre oldukça tartışmalı” diye karşılık veriyor Baldwin. “Pekala, tartışmayı başka birine bırakın” diye iğneliyor Mead kibarca.) Fakat, ideolojik bir uyuşmazlık varsa, nazikçe fikir ortaya atma konusunda bir çekinceleri yok—ki bu da sohbeti oldukça zengin, aydınlatıcı ve bilgelikle dolu kılıyor. Bu dinamiğin en hareketli örneklerinden biri, suçluluk ve sorumluluk konusundaki farklı bakış açılarına yalnızca yüzeyin altında derin bir ortak düzlem keşfetmek için  döndüklerinde ortaya çıkıyor:

MEAD: Birmingham’daki o küçük kızları siz mi bombaladınız?

BALDWIN: Bundan sorumluyum. Durdurmadım.

MEAD: Neden sorumlusunuz? Durdurmayı denemediniz mi? Durdurmaya çalışmamış mıydınız?

BALDWIN: Birinin denemesi bir fark yaratmıyor.

MEAD: Elbette birinin denemesi bir fark yaratır.

BALDWIN: Hayır, gerçekten de yaratmaz.

MEAD: Bu temel farklılıktır. Rus Ortodoks Kilisesi mensuplarından biri gibi konuşuyorsun. “Hepimiz suçluyuz. Çünkü bir insan zarar gördüğünde, hepimiz katiliz.” 

BALDWIN: Hayır, hayır, hayır. Hepimiz sorumluyuz.

MEAD: Bak, siz sorumlu değilsiniz.

BALDWIN: O kan aynı zamanda benim ellerimde.

MEAD: Neden?

BALDWIN: Çünkü durdurmadım.

MEAD: Bugün Burma’da ölen birinin kanı da senin ellerinde mi?

BALDWIN: Evet, evet.

MEAD: Çünkü durdurmadınız mı? Bu benim tam da Rus Ortodoks konumuyla kast ettiğim şey—hepimizin yapılmış ve düşünülmüş her şeyden suçlu olduğumuz fikri.

BALDWIN: Evet.

MEAD: Ve ben bunu kabul etmeyeceğim. Asla.

BALDWIN: “Çanlar kimin için çalıyor.” … Bunun anlamı herkesin acısı benimdir.

MEAD: Herkesin acısı benimdir fakat herkesin cinayete kurban gitmesinin sorumluluğu değil, ve bu tamamen farklı bir nokta. Herkesin acısını kabul ederim. Bir dakika bile benim çocuğumun yada merkez Asya’da bir çocuğun tehlikede olmasını ayırmam. Fakat diğer insanların yaptıkları için sorumluluk almayı kabul etmeyeceğim, çünkü o ulusa veya o ırka veya o dine mensup oluşum tamamen tesadüfi. Bağlantılı olma durumu nedeniyle suçluluğa inanmıyorum. 

BALDWIN: Fakat Margaret, bunu kabul etmek zorundayım. Kabul etmek zorundayım çünkü dünya üzerinde yaşayan siyah bir adamım ve sadece Amerika’da değilim...Yeşil pasaportum var ve bir Amerikan vatandaşıyım ve bu cumhuriyetin suçlarından, bana ait olsalar da olmasalar da onlardan sorumluyum.

MEAD: Ama görüyorsun, bir fark olduğunu düşünüyorum. Bir Amerikalı olduğum için memnunum çünkü şu an dünya üzerindeki başka herhangi bir ülkeden çok daha fazla zarara sebep olabileceğimizi düşünüyorum. Bu yüzden en çok zarar verebilecek ülke içinde olmak isterim.

BALDWIN: Fırtınanın ortasında.

MEAD: Fırtınanın ortasında, çünkü orada daha iyi şeyler yapabileceğimi düşünüyorum.

[…]

Bundan sorumluyuz. O doğmamış çocuklardan sorumluyuz, siyah, beyaz, sarı, kırmızı-yeşil, aynı Yedinci Gün Adventist lerin dediği gibi—hepsi. Buna tamamen katılıyoruz.

Şimdi tarihin bu anında, siyahi biri için, gelecekle ilişkili olarak aynı tavrı gösterdiğimiz halde, geçmiş hususunda farklı bir tutum takınmak gereği doğmuştur. Öyle ki, gördüğünüz gibi, daha önce ortaya attığım soru, birinin farklı bir tutum sergilemesinin altındaki nedenin harekete geçmek olabileceği idi. 

BALDWIN: … Şimdi, bundan 1000 yıl sonra hiçbirinin önemi kalmayacak; o tamamen doğru. Bir milenyum önce daha kötüydü; o da tamamen doğru. Bundan sorumlu değilim. ‘Şimdiden’ sorumluyum. 

MEAD: Şimdi.

Discus chronologicus, 1720’lerin başından bir Alman zaman tasviri; Cartographies of Time da bulunuyor.

Baldwin, zaman dediğimiz “o acayip kimya” üzerine kafa yorarak,  “uzun vadeli düşünmenin gerekliliği” ni vurgular —bugün, kısa vadeli getirilere önem verme salgınımızın ortasında üç katı gerekli bir şey— ve dün ve bugün arasındaki ilişkiyi sorumluluk bağlamında değerlendirir:

BALDWIN: Bir insanın hayatı yarım milenyum bile sürmez.Ve ister beğeneyim ister beğenmeyim, şimdi olan bir şeyden sorumluyum ve bu gezegendeki herkesin hayatı için elimden geldiğince savaşmalıyım.

[…]

MEAD: İnsan bir aktivist olmayı ne kadar isterse zaman o kadar daralıyor.

BALDWIN: Kesinlikle! kesinlikle!

MEAD: Çocukların dediği gibi… eğer tüm geçmişi terk edersen —

BALDWIN: Yapamazsın.

[…]

Geçmişte hareket ediyorlar. Bunun farkında değiller. Bir geçmiş olduğunu fark etmek uzun zaman alıyor… Geçmiş dediğimiz şeyle ilgili herhangi bir şeyi anlamak—ve ondan bağımsızlaşmaya başlamak uzun sürüyor. Bu çocuklar romantikler, devrimci bile değiller. En azından henüz. Devrimin ne gerektirdiğini bilmiyorlar. Her şeyin şimdide vuku bulduğunu düşünüyorlar. Kendilerinin de şimdiye ait olduğunu düşünüyorlar. Dünya tarihinin hiçbir döneminde daha önce hiç bir şey olmadığı görüşündeler.

Birkaç saat sonra geçmiş ve şimdi arasındaki bu dansa geri dönüyorlar:

BALDWIN: Sorumluyuz —

MEAD: Gelecekten. Şimdiden ve gelecekten.

BALDWIN: Eğer bugünkü yönetemiyorsak, gelecek olmayacak.

Umudun ve kinizmle etkileşimi konusunda derinlemesine düşünen birisi olarak, özellikle Baldwin'in diğerlerinden sorumluluk talep etme sorusuna karşın fiili sorumluluğu reddedişi beni oldukça etikelemişti: 

BALDWIN: Söylediğim şeylerin büyük bir çoğunluğu, sanırım, beni büyük bir yanlış anlama yüzünden eleştiriye açık hale getiriyor. Söylediğim şeylerin büyük bir kısmı inanmaya devam ettiğim ve her zaman ifade etmediğim bir varsayım üzerine kuruludur. İnsanlarla ilgili öfkemin, onlara tam da sıklıkla o şekilde davranmayan, sorumlu, ahlaklı yaratıklar gözüyle bakmama dayandığını biliyorsunuz. Ama bu şekilde davrandıklarında şaşırmıyorum. Acınası durumda olan karamsar biri değilim ve insanlardan beklediğim şeyleri beklemeseydim, insanların içinde aşk ve inanç olduğuna dair sonsuz bir inancım ve aşk anlayışım olmasaydı o şekilde de görülmezdim. Görüyorsunuz, ben de bir insanım ve sanki onun bir parçası değilmişim gibi dünyanın yargısına katılmaya hakkım yok. Diğer insanlardan talep ettiğim şey kendimden beklediğim şeydir.

Baldwin'in savunduğu ve Mead'in kabul ettiği bu ahlaki iyimserliğin hayata geçirilmesi, gelecek nesillerin elindedir—bu nesiller, yarım asır sonra sizin ve benim dahil olduğumuz nesillerdir— ki bu düşünce sohbete olağanüstü bir dokunaklılık kazandırır:

BALDWIN: Dünya bilinçli gençler için neredeyse yaşanamaz bir yer... Muazzam bir ulusal, küresel, ahlaki israf var.

MEAD: Biliyorum.

BALDWIN: Ve soru da şu, nasıl durdurulabilir? Bu çok büyük bir soru. Bak, sen ve ben, her ikimiz de neye dönüştüysek oyuz, şimdi bize olanlar bir anlam ifade etmiyor. İşimiz bitmiştir; bu perdenin nihayetinde kapanmasıyla ilgili. Fakat çocuklarımızla ilgili ne yapmalıyız? Sorumluyuz; şu ana kadar sorumlu olduklarımız, bütün sorumluluğumuz orada, çocuklarımızda yatıyor. Bu dünyanın geleceğinden sorumlu olduğumuzu varsaymak zorundayız. 

MEAD: Bu doğru.

BALDWIN: Ne yapmalıyız? Nasıl başlayalım? Nasıl başarılabilir? Biri nasıl bazılarına umutla yatırım yapabilir?

MEAD: O halde, nereden geldiğimizi bilmenin önemli olduğunu söyleyeceğim noktaya geliyoruz. Geldiğimiz uzun, upuzun yolu bilmek önemlidir. Ve bana bundan daha ileri gidebileceğimiz umudunu veren şey de budur.

Irk üzerine bir tartışma, muhteşem ve durgunluk verici— bir bakış açısı- normalleştirici bir okuma olarak bizlere ne kadar yol katettiğimizi ve ne kadar ilerlememiz gerektiğini hatırlatıyor; bizleri daha adil ve asil bir dünya inşa etmek için gerekli olan ahlaki cesarete dönüşen umudun ve öfkenin hassas dengesi ile donatıyor. Bu okumayı Baldwin’in sanatçının topluma olan sorumluğu ve Mead’in ırkçılığın kökeninde okumalarıyla tamamlayınız.     

Yazar: MARIA POPOVA
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak: https://www.brainpickings.org/2015/03/19/a-rap-on-race-margaret-mead-and-james-baldwin/

Yorumlar

Popüler Yayınlar