Üst düzey kadın akademisyenler hakkındaki "deli / kaltak" rivayeti

UBC profesörü Jennifer Berdahl ’kadın düşmanlığını belirlemenin ilk adımı,nerede meydana geldiğinin farkına varmaktır’ diyor. 

Master öğrencisiyken, bölümümde çok fazla üst düzey kadın akademisyen yoktu. Onlar hakkında bazı söylentiler vardı ve her biri için farklı sözler sarf ediliyordu: Biri deli— neden böyle söylediklerini hiçbir zaman anlayamadım; fakat kulaktan kulağa aktarılan bazı dedikodular vardı ve uzak durmamız, onunla çalışmamamız konusunda uyarılırdık. Bazı etkileyici yayınları vardı fakat itibar, gayri resmi olarak yardımcı yazarlarına verilirdi. Başka bir üst düzey kadın  akademisyen bir ‘kaltak’ tı—’sınırlı’ feminist araştırma alanında tanınan biriydi; fakat bunun nedeni konuyu çok az kişinin ele almış olması ve onun da kolay lokmaya konmuş olmasıydı. Bölümdeki işi almıştı çünkü okul kocasını işe almak istiyordu ve kendisi aslında bu işi hak etmiyordu ve bunun farkındaydı.

Kıdemce aşağı kadın öğretim personeli tercihen—gelecek vaat eden, arkadaş canlısı ve iyi vatandaşlar olarak görülüyordu. Bazı üst düzey erkek akademisyenlere göre, kadın öğretim personeli’nin yükselmelerini engelleyecek bir ‘aşil kemikleri’ vardı; örneğin kadrolu olmadan önce çocuğu olan kadınlar (şanslı yıldızı sönmeye mahkum) ve siyah bir kadın, pozitif ayrımcılığa bağlı işe alınması ve şehirdeki siyah profesyonel eksikliği nedeniyle işi bırakma riski taşıyor. Ve hikayeler alır yürürdü. Kıdemsiz kadın öğretim personeli genellikle üst seviye kadın akademisyenlerden uzak dururlardı ve üst düzeylerin de alt kademelere yardımcı olmadığı aşikardı. Kıdemli kadın akademisyenlerin genellikle rekabetçi, bencil ve tehdit altında olduğu düşünülürdü. Bazılarımız kıdemli kadın akademisyenlerin negatif ününe daha ılımlı yaklaşır ve bu durumu kuşak çatışmasına bağlardı: Gençken erkek egemen bir alanda yetiştirmek zor olmalıydı, bu nedenle hayatta kalmak için hırslı ve bencil olmalıydılar.

Sonrasında farklı eğitim kurumlarında, okullarda ve üniversitelerde yardımcı doçent olarak çalıştım. Grubumdaki kıdemli bir kadın akademisyen ‘kaltak’ diğeri ‘deli’ olmasıyla tanınıyordu. Okuldaki birkaç kıdemli kadın da bu kategorilerden birine yada ikisine dahil edilmiş görünüyordu. İnsanlar onlardan saygısızca bahsederdi—çocuk sahibi olmak için 40 yaşına kadar beklemiş (Ne kadar bencilce ve itici); bir sunuma o ‘açık saçık takımı’ giyerken ne düşünüyordu ki?; yayınlarının başarılı olmasının nedeni (ve kadroları) erkek danışmanlarının veya yardımcı yazarlarının yetersiz olmasıydı!; sınıfında sadece videolar gösterdi; komplo teorileri ile öğrencilerinin kafasını dolduruyor onları üniversite aleyhine döndürmeye çalışıyor. Ve bunun gibi. Genç bir kadın olarak bunlara içten içe kızdım, küçümsedim ve kendimi bu kadınlardan uzaklaştırdım. Kıdemli erkek akademisyenlerin (bölümün önemli üyeleri olan) aynı görevdeşlerimin de olduğu gibi, beni sevdiklerini ve bana saygı duyduklarını düşündüm, ve bir sonraki nesil kadrolu olduktan sonra kültürün değişeceğine karar verdim.   

Sonra yardımcı doçent olarak başka bir üniversiteye geçtim; burada bölümümde başlangıçta hiç kıdemli kadın akademisyen yoktu. Kariyer basamaklarını tırmandıkça, korkunç ihanetler—fikirlerin değerlendirilmesinde eşitsizlikler, akıl hocalığı, kazanç, fırsatlar, haklı kabul edilme ve içeriden bilgiye erişim, kıdemsiz erkek çalışanların benimle aynı zamanda yada daha önce terfi etmesi—gibi gelen durumlara şahit oldum ve bunlara katlandım. 

Diğer kadınların—lisans üstü öğrenciler ve kıdemsiz öğretim elemanları—pes etiklerini, okulu bıraktıklarını veya kapı dışarı edildiklerini gördüm. Gördüğüm adaletsizlikler hakkında konuştum. Bunu yaptıkça ve yayın listem kabardıkça, gelecek vaat eden “küçük kız kardeş”  duygusu, alıngan bir eş olma hissine ve kadrolu olduktan sonra da küçümsenen bir anne olma duygusuna dönüştü. Bir erkek meslektaşım bana “bir anne” gibi göründüğümü söyledi; benimle ve doçent olarak kariyerimle ilgilenen bir diğeri, tam zamanlı kadroya geçtikten sonra kendisi için artık “vajinasız” olduğumu belirtti. Öyle görünüyordu ki, bu ayrımcılıktan ve kötülemelerden kaçabilen tek kadın grubu, doğru ‘tonlamayla’, ‘iyi takım oyuncuları olarak’ “işbirlikçi kız kardeş” kişiliğini devam ettirebilenlerdi. 

Şimdi, erkek-egemen bir bölümdeki birkaç kıdemli kadından biriyim. Şimdi, kaltaklardan, delilerden ve/veya tiksinç annelerden biriyim. Mezun oluşumun üzerinden çeyrek yüzyıl geçti ve rivayetler gerçekten hiç değişmedi; sadece takılan isimler farklılaştı. İş yerinde cinsiyetçiliğe dair kendi deneyimim bana bu problemin kalıcı olduğunu ve benim de buna bağışık olmadığımı anlatmış olmalıydı;—kraliçe arılar, gücü elinde tutan kadınlar ve cinsiyete dayalı çevre koşullarındaki kadınlar arasındaki çatışma hakkındaki araştırmalar bunu bana açıkça göstermeliydi. Sanırım benim (ve benim kuşağımın) bir istisna olduğu, bir şeylerin değişeceği ve benden önceki kıdemli kadınların kaderinden kaçabileceğim düşüncesine kapılmıştım. Şimdi onlara merhamet ve suçluluk duyarak bakıyorum. Çoğunluğun düşüncesine nasıl kendimi kaptırabilmiştim ve bu tavrın içindeki kadın düşmanlığını görememiştim? Onları hor gören diğerlerine neden katılmıştım ve neden söylentilere inanmaya o kadar hazırdım? İlk günlerimden tanıdığım kıdemli kadınlardan biri genç yaşta öldü; ikisi çok erken emekli oldu; biri akademik hayatını sonlandırdı; diğerleri daha küçük kurumlara geçiş yaptılar. Birkaçı, araştırmalarında ve kendilerini destekleyen meslektaşlarıyla dolu topluluklarında yeterince anlam bularak işlerine sıkı sıkı tutundular. Şimdi onların hikayelerini, sessizce acı çekişlerini ve öğrencilerinin ve meslektaşlarının nezaket ve saygıdan yoksun oluşunu nasıl karşıladıklarını ve bununla nasıl başa çıktıklarını merak ediyorum.     

Hala gelecek nesillerin daha iyi bir iş çıkarabileceğini umuyorum ama bu süregelen yapılarımızda elde edilmesi oldukça güç olan harekete geçirilmiş çabayı ve çok fazla farkındalığı gerektiriyor. Kalıpları tanımak ve bu konuda konuşmak birinci adımdır: Sadece "iş yerinde" meydana gelen soyut bir fenomen değil, fakat kendi bölümlerimizde vuku bulan yerel bir dinamik olarak da tanınması gerekmektedir. Yerel vakaları açıklamak için daha fazla ayrıntıya sahip olmamız, dışarıdan baktığımızda, bu vakaların ortak bir kalıbın parçası olmadığı anlamına gelmiyor.   

Bir dahaki sefere kıdemli bir kadın hakkında deli/kaltak söylentisi duyduğumuzda kendimize soralım: Bunu destekleyecek -kişisel olarak edindiğimiz- ne kadar ilk elden kanıtımız var? Bu bilgiler kendi doğrudan gözlemlerimiz ve onunla olan etkileşimlerimizle örtüşüyor mu? Erkek meslektaşlarımız da aynı şeyleri yapıyorlar ancak böylesi inceleme ve küçümsemelerden kaçınabiliyorlar mı? Onlar "dallama/pislik" olabilirler, ancak etkili kalır ve saygı duyulur ve marjinalize edilmezler mi? Üst düzey bir kadın sıkıntılı, problemlerle boğuşuyor ya da tek başına kalmış görünüyorsa davranışlarını açıklayabilecek bir deneyimler geçmişi olabilir mi? Kıdemli bir kadın yeni başlayanları savunmuyorsa bunun nedeni sonuçlara katlanmaktan imtina etmesi midir yoksa bunu yapamayacak kadar güçsüz hissetmesi mi yada kıdemsizlerce dışlanmış olması mı? Kıdemli kadınlar hakkındaki söylentilere nasıl meydan okuyabilir ve bunları yükselmek için yeterince başarı elde etmiş bu kadınlara saygı duyulması için nasıl değiştirebiliriz? Kuşaktan kuşağa aktarılan bu döngüyü nasıl kırabiliriz ki, kadınların kanatları yüksekten uçacak güce kavuştukları anda kırılmasın?

Yazar: Jennifer Berdahl British Colombia Üniversitesi’nde Liderlik çalışmaları: cinsiyet ve farklılıklar bölümünde profesör. 
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak: Jennifer Berdahl: The "crazy/bitch" narrative about senior academic women

Yorumlar

Popüler Yayınlar