Hiçbir yerin insanları

Hikaye, Sri Lanka’da başlıyor. İç savaş bitmiş, yenilen Tamil Gerillaları, arkadaşlarının ölü bedenlerini yakıyor ve kalabalığın içine karışmak için sivil kıyafetlere bürünüyorlar. Mülteci kampında genç bir kadın, sahipsiz bir çocuk arıyor: Organ ticareti yada insan kaçakçılığı için değil. Aile numarası yapmak için. Zaten, Avrupa’ya kaçmak isteyen  gerillaya da bu yüzden yardım ediyor. Sonunda, aile portresini tamamlayan kız çocuğu da bulunuyor ve birbirine tamamen  yabancı üç kişi, kendilerini Fransa’da buluyorlar. Ölen bir ailenin kimlikleriyle istikrarsız, yeni bir gerçekliğe alışmaya çalışırken görüyoruz onları. Sosyal hizmetler bürosuna  gitmek için pazarlık ederken, kaldırımlarda seyyar satıcılık yaparken, “aynasızlar” diye bağırarak kaçışırken...

Dheepan, eski Tamil gerillası Sivadhasan(Jesuthasan Antonythasan)’ın Fransa’da yeni bir hayat kurma çabalarını konu alıyor. Yalini(Kalieaswari Srinivasan), Illayaal (Claudine Vinasithamby) ve Sivadhasan sahte kimliklerle ülkeye girdikten sonra başlarını önlerine eğip dikkat çekmeden geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Dheepan, nam-ı diğer Sivadhasan, bir suç şebekesinin yönettiği sitede hademe olarak iş buluyor. Eşi rolündeki Yalini ise çetenin ileri gelenlerinden Brahim’in yaşlı ve hasta amcası için temizlik ve yemek yapmayı kabul ediyor. Buraya kadar her şey yolunda gibi, yeni kuralları öğreniyorlar. Özellikle de, her gün etraftaki bir bloğu daha ele geçiren yerel uyuşturucu çetelerinin yoluna çıkmak istemiyorlar. Nihayetinde Dheepan ve hemşehrileri tedbirli bir şekilde yeni hayatlarına süzülmeye başlıyorlar. Talip oldukları konum, Fransa’nın en zorlu sosyal statüsü olsa da hayatta oldukları için mutlular.

Bu sıradışı göç hikayesini beyaz perdeye kazandıran Jacques Audiard, yönetmen koltuğuna ilk kez “Dudaklarımı Oku”(2001) ile oturmuştu. Ardından, Kalbim Bir Anda Durdu(2005), Yeraltı Peygamberi (2009), Pas ve Kemik(2012) geldi. İzleyicisinin de gözünden kaçmadığı gibi, Audiard’ın başkarakterlerinin değişmezi, suça, şiddetle bulanmış olmaları ama bir şekilde naif bir taraf barındırmalarıydı. Yönetmenin Cannes Festivali’nden Altın Palmiye’yle dönen yeni filmi  Dheepan’da işte yine böylesi bir karakteri odağına alıyor.

Audiard, birbirleri hakkında hiçbir şey bilmeyen üç kişinin, beraber yaşamın yakınlığına alışırken, bulundukları yabancı çevreden giderek daha da izole olmalarını, son derece insani, merhamet yüklü bir yaklaşımla ele alıyor. “Baba” ve “kızı” arasındaki şefkat dolu anlar, “koca” ve “eş” arasındaki kaçamak, tutkulu bakışmalar, sükunetle geçiştiriliyor. Kederli, sessiz aile babasının kayıplarından kısa ve öz imalarla haberdar ediliyor seyirci. Dheepan, göstermelik de olsa” ailenin direği”  rolünü benimsiyor. Ve birkaç özel anda kaybettiği anavatanına duyduğu özleme işaret ediliyor.

Hapisten yeni çıkan Brahim(Vincent Rottiers)’in hikayeye dahil olması dramatik bir değişimi tetikliyor. Brahim, çetenin liderliğini geri kazanmak istiyor. Her an tetiği çekmeye hazır halleri de gergin bir atmosfer yaratıyor. Yalini, bu tehditkar çete üyesi karşısında önce nutku tutularak dehşete düşüyor, sonra da delicesine bir hayranlık beslemeye başlıyor. Bu yeni gelişme, Dheepan’ın bilinçaltında, egosunu yaralayıcı bir etki bırakıyor. Evet, Yalini gerçekte eşi değil; herşey sığınma hakkı elde etmek için bir dümen; ancak, belki de, kafesinden çıkmak için gürleyen, göğsünü yumruklayan King Kong vari şovenist, Dheepan için hiç de derinlerde, bastırılmış bir figür değil.

Şiddet, başlangıçta, davetsizce geliyor; üstelik, kaynağı beklendiği üzere komşular da değil; Dheepan ‘ın yeniden aralarına katılmasını isteyen bir Tamil kaplanı. Eski subaylarının gelişiyle, Dheepan, savaşın gerçekten bitip bitmediğini sorgulamaya başlıyor. Her şey üst üste geliyor. Yerel çeteler arasındaki sürtüşme patlak verdiğinde Yalini ve Illayaal çapraz ateşte kalıyor. Bu durum, Dheepan’ın gerçek anlamda sınırları çizmesine sebep oluyor. Ortak alanın ortasına beyaz boyadan düz bir çizgi çekerek kendi tarafını “ silahsız bölge” ilan ediyor. Tabii, bu hudut belirleme durumu uzun süre etkili olamıyor.

Trajedi hiçbir zaman uzak olmamasına rağmen, Audiard, ana karakterleriyle oyalanmaktan, günlük hayatlarını izlemekten oldukça hoşnut görünüyor. Ancak, seyircinin, (uyuşturucu satıcılarına yapılan her yakın planda yada Dheepan’ın patronunun nereye gitmemesi hakkında yaptığı uyarılarda )tehditlerin farkında olmasına da aldırmıyor. Yine de, filmin hikayesini tam anlamıyla bir suç öyküsü olarak adlandırmak mümkün değil. Bu, suçluların son derece gerçekçi şartlar nedeniyle baskın roller edindikleri bir yapım.

Toplumun keskin köşelerinde hayatta kalmaya çalışan ailemiz, Dheepan’ın istikrarlı bir yaşam sürdürme çabası, saldırgan uyuşturucu çetelerince sekteye uğratılınca dağılmaya başlıyor.Yalini’nin yeni aşk hevesi ve Illayaal’ın naif hali kendilerini korumalarını zorlaştırıyor. Bu noktada, Dheepan, istemeyerek de olsa çatışmanın içine çekiliyor. Zor bir seçim yapmalı: Yeniden şiddeti seçmeli mi? Sivadhasan, geçmişi unutmaya çalışıyor. Fakat geçmiş, her defasında farklı biçimlerle kendisine uzanıyor. Aslında, kahramanın bir çeteye katılmakla yada bloktaki yasadışı anlaşmalarla ilgilendiği yok; sadece ekmeğini kazanmak  ve belki de eğer mümkünse, ayarlamaları tamamen çıkarlar üzerine kurulu olsa da sahte ailesiyle biraz huzur bulmak istiyor.

Dheepan, ayrıntıların giderek çoğalmasıyla ilgilendiği kadar, aile bütünlüğünün  nasıl korunacağı gibi konularla, özellikle sokak savaşının tabir-i caizse raconunu belirleyen ritüelleri de ön plana çıkararak, içinde bulundukları toplumun gelenekçi yönlerini kaybetmediğini vurguluyor. Audiard, çok kültürlülüğü tasvir etmekten hiçbir zaman çekinmemişti; ancak Dheepan onun mülteci deneyimiyle doğrudan yüzleştiği ilk film. Sri Lanka ‘da çok az zaman geçiyoruz; fakat karakterler evlerini özlüyorlar ve yeni bir yaşama olan inançları hikayeyi kamçılıyor.

Filmin karakterlerin yolculuğunu ele alışında gerçek ayrıntıcı bir hava ve empati var. Hikaye ise, sade, karmaşadan uzak bir yapı sergiliyor; akıcı kamera kullanımı güçlü ve çekici bir etki yaratıyor. Bir bakıma, bu doku oldukça tanıdık: Seyirciler, Ölü Adamın Ayakkabıları(2004) yada Harry Brown(2009) gibi yapımları hatırlayabilirler. Bütün bu hikayelerde, kentsel bölgelerde ‘yeteneklerini’ kullanarak çatışmaları çözümlemeye çalışan eski asker tiplemeler görülür. Ancak, Audiard‘ın öyküsünü  hepsinden farklı kılan bir şey var: O da zahmetsizce ortaya koyduğu çoşkulu şiirsellik. Dikkatle yapılandırılmış senaryo, insani sığınma, kültürel intibak, kıtalararası geçiş gibi meselelere ve biz şanslı çoğunluğun keyifli kayıtsızlığımız içinde fark edemediğimiz hayatların talihsizliklerine ışık tutuyor. Tabii bütün bunlarda Audiard’ın güçlü dekoru, zamanlamayı sıkıca kavrayan tavrı, sıradışı görsel kompozisyon ve bunların meydana getirdiği tonal değişimler de etkili oluyor. Önemli zamanlarda veya arada sırada beliren düşüncesizlik anlarında, dolaysızlık ve varoluş duygusu öne çıkıyor. Audiard, dramatik etkiyi yaratacak koşulları asla istismar etmiyor. Dheepan,Yalini ve Illayaal ‘ı gerçekten umursuyor ve izleyicisinin onların hikayelerini genel anlamda Avrupa'daki mevcut göç iklimi ve mülteci sorunuyla bağdaştıracağına güveni sonsuz.

Finale geldiğimizde, gerilimi sonlandıran güç gösterisi, Yara(1974) yada Taksi Şoförü(1976) tadında, acı bir lezzet bırakıyor. Patlama, neredeyse kaotik, lirik bir trans halinde geliyor. Fakat Audiard, koruyacak kişisel bir şeyi olmasına hiç de alışkın olmayan karakterin içgüdüsel tepkisiyle daha çok ilgileniyor. Bu anlamda, Dheepan’ın Travis’in düştüğü ikilemi yaşadığını ima ediyor: Evet, kendisini çevreleyen yozlaşmış,vahşi çevreyi yok edecek, ancak, aslında kendisi de aynen tiksindiği topluluk kadar şiddetle dolup taşıyor. Diğer bir deyişle, amaç şiddete son vermekse kendini de yok etmeli. Bu da hem karakter hem de film için çetrefilli bir sorun. Zaten, filmin en etkileyici hilesi, sosyal realizm ve aksiyon gerilim arasındaki son derece tehlikeli, gergin ipte bir cambaz çevikliğiyle, dahası çivi topuklarla yürüyor olması. Yönetmen, sahteymiş izlenimi veren, rüyavari, gerçeküstü  bir sonla belki de algılarımızı kontrol etmeye yelteniyor: “ Size mutlu bir son veriyorum. Neden hala aksine inanmak istiyorsunuz?” Asıl gerçeği incelikle vurgulayan tavrından dolayı olabilir mi? Buradan, belki de başka bir noktaya gelmemizi istiyor; yada sadece öyle olması daha mantıklı, Travis’in ünlü repliğinde dediği gibi “Şimdi, her şey daha berrak. Bütün hayatım tek bir yöne çevrilmiş. Bunu şimdi görüyorum. Benim için hiçbir zaman başka bir seçenek daha olmadı.”

Yorumlar

Popüler Yayınlar