Mutluluğun anısı kadar acı

Tanıdık bir sahneyle açılıyor film. Bir grup işçi,ellerinde pankartlarla geniş bir caddeyi arşınlıyor. Dövizlerdeki sözleri bağırarak az ilerideki polis barikatına doğru yürüyorlar: “Hepimize iş hepimize ekmek!”. Grup, kaskları ve  kalkanlarıyla üzerlerine gelen kalabalığı geriye iterek dağıtmaya çalışan polise karşı koyuyor. Önce coplar çıkıyor ortaya. Sonra panzerlerden gelen basınçlı su yarıyor kalabalığı. Sonra da biber gazı. Bir kısım gösterici yan arsanın dikenli tellerine tırmanya çalışırken arka plandan gelen sesle irkiliyoruz: “Kes!” . Kamera kadrajın arkasına yöneldiğinde, yönetmeni ve çekim ekibini görüp oyuna geldiğimizi anlıyoruz. Bu bir Nina Moretti filmi, her gördüğünüze inanmamayı öğrenmelisiniz!
 
İtalyan auteur Nina Moretti, 2001’ de Altın Palmiye kazandığı Oğul Odası'ndan sonra hayat, ölüm, sinema, aile bağları, suçluluk duygusu temalı yepyeni bir hikayeyle seyircisinin karşısına çıkıyor. Filmlerinde kendi hayatından kesitlere yer vermesiyle bilinen yönetmen, 1993'de çektiği Sevgili Günlüğüm’ de kanser ile olan savaşını anlatmıştı. Moretti yeni filmi Annem ile ebeveynin ölümü, matem gibi yine kişisel tecrübelerine dayanan konulara değiniyor.

Yönetmen, bu filminde 2011'de Bir Papamız Var’ ı çekerken kaybettiği annesinin hikayesinden esinleniyor. Evrensel bir his yaratmak için öznesiyle arasına mesafe koymayı başaran Moretti, bu iyi gözlemlenmiş ve nazikçe dengelenmiş yapımın kahkaha ve gözyaşlarının muhteşem bir karışımı olmasını sağlıyor. Film, hayatın kendi ironik ve kaotik tarzında ne olursa olsun devam ettiği gerçeğini göz ardı etmeden kişisel kaybın kalbinden derin ve duygusal bir kesit sunuyor.

Annem, kısmen film çekmek hakkında bir film, yapım sürecinin gerçek dünyadan kaçmak için bir bahane gibi görülmeye başladığı noktada, bütün bunların aslında gerçek dünyayla bağlantılı ve ciddi bir  iş olduğu olgusu da su yüzüne çıkmaya başlıyor.Yönetmen Margherita fevkalade sakin,yetenekli fakat odağını kaybetmiş biri. Kızının babasından boşanmış, son erkek arkadaşından ayrılmak üzere. Margherita, bütün ağırbaşlı, sessizce yayılan bilgeliğine rağmen, otoriter ve duyarsız bir ruh da barındırıyor derinlerde. Yine de, asil ruhlu, Ken Loach tarzı toplumsal gerçekçi bir grev filmi çekmekten ve filme coşkulu ve beraberlik ruhu taşıyan “Bizler Buradayız “ismini vermekten geri kalmıyor.

Margherita karmaşık durumlarla ve büyüyen bir krizle başetmek zorundadır: Yaşlı annesi Ada( Guilia Lazzarini) ölmektedir. Erkek kardeşi Giovanni ise,işinden ayrılıp kendisini annesine adamıştır. Ancak, Margherita giderek daha ölümcül hale gelen hastalık konusunda tamamen inkar içindedir. Tabii filmin kalbinde yatan kadın üçlemesinin en silik görünen ama belki de en önemli olan üyesi Margherita’nın kızı Livia’dır. Livia, geveze, şımarık, dağınık, sorumsuz ve hantal doğasıyla Margherita’nın annesiyle olan ilişkisine dair en önemli ipuçlarını sunuyor seyirciye: Livia da aynı Ada’nın yaptığı gibi annesi tarafından görmezden gelinmiştir. Bu durum, filmdeki anne-kız ilişkilerinin karmaşık bir sevgi-nefret girdabında sürüklendiğinin kanıtıdır. Margherita, asla üstün gelemediği rakibi savaş alanını terk ettiğinden hayal kırıklığı ve öfke duymaktadır. Bazı hasta yakınlarının hastane bahçesine astığı ahlak dersi niteliğindeki afişler, Margherita’ya kendi filminde kullandığı afişleri anımsatır ve  kendisini  son derece canlı, sinemavari kabusların içinde bulur. Karakterin kişisel geçmişine dair bu rüyalar, Margherita’nın evinde uyandığı ve hala kötü bir rüya gördüğü hissiyle dehşete kapıldığı anda bir sinir krizine dönüşür. 

Moretti, dahice bir manevrayla seyircinin Ada’nın uysal, yaşlı bir anne ve çocuklarının da birinci nesilden zengin entellektüeller olduğunu varsaymasına izin veriyor. Daha sonra da, bu aldatmaca bulutunu Ada’nın hastanedeki keskin cümlesiyle dağıtıveriyor: “ Yaşlandıkça, giderek daha da aptallaştığını sanıyorlar. Ama tam tersi, daha çok biliyorsun.” Fakat, bu doğal bir bilgelikten çok Ada’nın emekli bir klasik edebiyat öğretmeni, zorlu, titiz bir âlim oluşunun bir sonucu. Öyle ki, Ada’nın kütüphanesi bile Margherita’nın işkence çekmesine, baskı hissetmesine neden olan bir unsur. Ada ile ilgili her şey kendisine adeta meydan okuyor. Bu nedenle,giderek annesine dönüşüyor. Ve tam da bu yüzden kızına Latince öğrenmesi için baskı yapıyor.   

Bu noktada Moretti, yepyeni bir yaklaşım geliştiriyor: Yorgun ve kızgın Margherita, şımarık, şirin bir bebek gibi ortalarda gezinen baş aktörü Amerikalı Barry Huggins(John Turturro) için bir anne figürüne dönüşüyor. Ki, çekici, coşkulu, Roma da olduğu için çocukça bir heyecan duyan Barry de aynı Margherita gibi yıllar içinde kendini geliştirmiş. Hoşgörülü evsahiplerini içerek ve konuşarak sabahlara kadar ayakta tutmaktan, onları  Kubrick’le çalışmanın zorluklarından dem vurarak sıkmaktan apayrı bir zevk alıyor. Huggins birinci sınıf bir palyaço gibi. Repliklerini hatırlayamıyor, İtalyanca telâffuzu berbat, aynı anda hem rol yapıp hem de araba kullanmaktan aciz. Filmde, fabrikadaki işçileri kovan kötücül patronu oynuyor. Margherita’nın  aktöre sürekli talimat vermek zorunda kalması çekimlerin yavaşlamasına neden oluyor. Son derece mütevazi Turturro, kadraja yansıyan aktör görünümüne dair görkemli bir parodiyle, bıyığının kaşındırmasından yakınarak, kâh yönetmenini övüp kâh lanet ederek kendisiyle de dalga geçiyor.

Margherita’nın film projesinden çıkardığımız ironi, iş ve özel hayatında  son derece tiranvari bir diktatör portresi çizerken, vücuda getirmeye çalıştığı eserin çalışan sınıfın sesini yansıtma
iddiasında olması. Karakterin etrafındakileri dikkate almayan ,kibirli ve küçümseyici yapısı açıkça ortaya konuluyor. Yine de, Margherita’nın karakterindeki kusurlar aslında çok da önemsenmiyor. Bu da Moretti’ye filmin tonunu komedi ekseninde tutma ısrarında pek yardımcı olmuyor. Tabii hikayenin derinlerinde ilk bakışta göze çarpmayan ve yönetmenin vurgulama derdine düşmediği bir alt metin daha var: Hem Margherita hem Ada, akademik kariyerleri  ve film endüstrisindeki işleri göz önüne alındığında erkek egemen bir dünyada yaşamışlar ve yaşıyorlar.

Margerita ‘nın ısrarla sahnelediği  güç gösterisi, erkek arkadaşı onu duygusal olarak zalim olmakla suçladığında ya da kızı okulda başarısız olduğunda bozulmuyor; kırılma annesi kalp krizi geçirdiğinde başlıyor. İşteki muhakemesi, ailevi sorunlarının ön plana çıkmasıyla bulanıklaşıyor. Filmin dogmatik bir metanet örneği gösteren karakteri kişisel hayatı çalkantılar içindeyken hala çalışıyor olarak göstermesi de son derece maksatlı aslında. Seyircinin sadece eğlenceden çok daha fazlasını beklediğine dair beylik tiratlar, Margherita kendi kendinin en acımasız  eleştirmeni  olmaya başladığında ortaya çıkıyor. Aktörlerin “karakterlerinin yanında durması” ısrarı, doktorların teşhislerinin kendisinde yarattığı kafa karışıklığını yaratıyor oyuncularının üzerinde. Finalde, Margherita’nın  boş bakışları giderek ağlamaklı bir ifadeye dönüşürken, karakterin inkar, öfke, pazarlık, depresyon aşamalarını tamamladığını görüyoruz. Artık mutlak bir kabulleniş yaşanacak ve sonunda her zamanki gibi hayat kazanacak. Eshilos’un dediği gibi: “ Kederli zamanlarda, mutluluğun anısı kadar büyük bir acı yoktur.”           

Yorumlar

Popüler Yayınlar