Cannes Festivali güncesi: ‘Ahlat Ağacı’

Nuri Bilge Ceylan’dan görsel açıdan zengin, özenle hazırlanmış, dudak uçuklatan yoğunlukta, ayrıntılı, tumturaklı sanatsal resimlerden oluşan başka bir yapım...

Uzayan diyalogların önemini arttırmaktan tutun da geniş mekanlarda çektiği görsel açıdan zengin tek mekanlı filmlere, Türk auteur Nuri Bilge Ceylan-özellikle Kış Uykusu ile- bir tarz değişiminin sinyalini vermişti. Ceylan’ın Cannes dan ödülle dönen yeni filmi“Ahlat Ağacı” bir adım daha ileriye gidiyor, bu yoğunluktaki özenli retorik sanatsal yapıtları tek seferde tüm incelikleriyle sindirmek neredeyse imkansızdır. Ceylan ve diğer senaryo yazarları (eşi Ebru Ceylan da Akın Aksu ile birlikte oynuyor) felsefeyi, dini geleneği ve etiği birlikte dokuyan şaşılacak derecede karmaşık resitatifleri (konuşur gibi okuma) bir önceki filminde olduğundan bile daha büyüleyici sözlü fügler haline getiriyor. Hayranları, bu üç saatlik maratonu izlerken müsamaha gösteriyormuş gibi hissetmeyeceklerdir, ancak, laf kalabalığı ve imgelemin müşterek üstünlüğüne daha az sempati duyanlar, muhtemelen sınandıklarını hissedeceklerdir. Kazanım ustalıklıdır oysa dağılımı sınırlı olacaktır.     

Ahlat Ağacı, konu olarak- ana karakteri, birçok kahramandan genç olmasına karşın, gençliğin verdiği cüretkarlıkla dopdolu olarak, pazarlık etmek için önceki kuşaklarından daha donanımlı olmadığı bir dönüm noktasına yaklaşırken- yönetmenin erkek yabancılaşmasına ilişkin hüzünlü tavrına mükemmel şekilde uyum sağlıyor. Filmde, İngilizce konuşan izleyiciler için baba ve oğul arasındaki çatışmanın yaratılmasında Eugene O’Neill ve Arthur Miller ‘dan esintiler var; bunlar Sinan (Aydin Doğu Demirkol) nın babası Idris (Murat Cemcir) hakkındaki bir repliğiyle mükemmel şekilde özetleniyor: “
Hayatın saçmalıklarına karşı daimi bir isyanda. ”

Bu, filmdeki diğer ifadelere kıyasla, Sinan’ın, dostça cazibesiyle ciddi kumar bağımlığının üstünü örten candan, arkadaş canlısı, kafa dengi babası hakkında ne düşündüğüne dair çok daha cömert bir beyan. Başlangıçta, Sinan üniversiteden evine, bir kıyı şehri olan Çanakkale’ye dönüyor ve annesi Asuman (Bennu Yıldırımlar) ve kız kardeşi Yasemin (Asena Keskinci) tarafından sürekli olarak izledikleri televizyon dizilerinden daha az çoşkuyla karşılanıyor. İdris ise oğlunu daha samimi karşılıyor; büyük babasının köydeki arazisinde bir kuyu kazması için yardıma çağırıyor. Hayatındaki verimsiz çizginin pratik bir sembolü olarak, İdris’in hayallerin çoğu gibi, kuyunun da çorak olduğu anlaşılacak; gerçi senaryo metaforu tek bir boyuta indirgemeyecek kadar zekice kotarılmış. 

Sinan babası gibi bir öğretmen olmayı planlıyor; gerçi önce sınava girmesi gerekiyor ve ondan önce de deneysel bir romanının yayınlanmasını istiyor. Ceylan’ı siyasi konulara değinmediği gerekçesiyle eleştirenler Sinan ve baskı masraflarını ancak kitap kasabayı överse karşılayabileceğini iddia eden Vali Adnan Yılmaz (Kadir Çermik) arasındaki sahnelerin yanı sıra Sinan ve üniversite diplomasını küçümseyen küçük çaplı fabrikatör İlhami (Kubilay Tunçer) sahnelerini de yakından okumalılar: “Eğitim harika bir şey, ama burası Türkiye.” Bu yeterince açık değilmiş gibi Sinan edebiyat bölümünden mezun olup şimdilerde polis olup bir gösteri sırasında kısa boylu bir adamı dövmek konusunda şaka yapan eski bir sınıf arkadaşını arıyor.

Çanakkale’de Sinan iyi bilinen yerel bir yazarla Süleyman (Serkan Keskin) buluşuyor; bu görüşme, kibirli genç adamın pasif agresif tavrının yazarın daha olgun duruşuyla karşılandığı ayrıntılı sözlü bir tartışmaya dönüşüyor. Çocukça küstahlığının arkasına gizlenmiş olan Sinan, gençlerin aziz bakış açılarını değiştirenlere karşı küçümseyici bir tavır alırken, son derece kızgın bir Süleyman, “toy bir kalbin aşırılıklarını” dile getirerek, suçlamalara karşı çıkıyor.

Bu özlü sohbet, Sinan iki imamla- Veysel (Aksu) and Nazmi (Öner Erkan)- bir araziden geçerken görünürde Kuran ayetlerini tartışmaya başladığında daha yakın bir muadil buluyor; yine de filmin hikaye içindeki nesiller arası tutumlara yönelik açınsamasını gerçekten daha da geliştiriyor. Bu durumda, Sinan ve Süleyman arasındaki diyalogdan çıkarılan sonuçlar, daha genç ve açık fikirli bir yaklaşımı temsil eden Nazmi'nin Peygamberin sözlerinin geniş bir biçimde ele alınmasını savunmasıyla tersine dönüyor; oysa daha donanımlı, küçümseyici Veysel, sohbet özgür iradeye kayınca daha sınırlı bir bakış açısını savunuyor. Sekans yeterince yoğun değilmiş gibi, Ceylan neredeyse özellikle orta ve uzun çekimler kullanıyor veya oyuncuları arkadan gösteriyor; kimin konuştuğunu anlamayı güçleştiriyor. 

Bunun baba-oğul ana temasıyla ne ilgisi var? Çok ilgisi var; her şeyden önce Ahlat Ağacı, gençlere özgü ödün vermeyi reddetme tavrı, hayat seçimleriyle barışık olan (gerçi imamlar arasındaki fikir alışverişinde de kaydedildiği üzere yaşlılar aynı zamanda dar görüşlü felsefeleri de dayatabilir) daha yaşlı nesillere yönelen yargılama ile ilgilidir. Her ne kadar Sinan asıl karakterse de, kusurlu karakter İdris’tir: buharlaşan hırslarını kumar bağımlığı ile uyuşturan İdris düzgün konuşan, hayatın sunduğu indirgenmiş bakış açısını kabul eden bir kadercidir. Başarısızlıkla ailesinden daha az ezildiğinden, hayalleri daha mütevazidir ve finalde, onun yakınlığı Sinan için daimi olacaktır.   

Ceylan’ın filmlerinde sıklıkla olduğu gibi, kadınlar sorunlu roller oynamaktadır. Asuman Sinan’ın hayatından büyük ölçüde kopmuştur ve kitabında ona yazdığı ithafta “sana ve sadece sana teşekkürler” yazar; ve açıkça samimi olmadığından gaddarca davranır. İdris’in sorumsuzluğundan usanmış olsa da, Asuman kocasını hala sevmektedir; bu, bu aşamada Sinan’ın anlamakta güçlük çektiği bir şeydir. Herhangi bir önem arz eden tek diğer kadın karakter, Sinan’ın tesadüfen karşılaştığı eski sınıf arkadaşı Hatice (Hazar Ergüçlü)’dir. Görünüşte meydan okuyan bakışlarıyla mağrur bir karakterdir; memlekette kalarak kendini kısıtladığı fikrini şiddetle reddeder; fakat sonra başörtüsünü çıkarıp adeta bir vampir gibi Sinan’ı dudağından ısırdığında bunun aksini kanıtlar. “Kalbim en son ne zaman bir şey söyledi?” diye sorar retorik olarak, aile çiftliğine ve oradaki sınırlı hayata geri çağrıldığında.

Ceylan’ın her zamanki görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki filmi bir Red Weapon 6K kullanarak çekmiş; bu da, Çanakkale kıyılarından- “Uzaktaki” liman sahnelerini küçük ölçekli olarak anımsarsak- ahlat ağacının yalnız, şekilsiz yine de toprağa sıkı sıkıya bağlı durduğu ormanlık alanlara, şehir ve kırsalın zıt tonlarını muhteşem bir şekilde yeniden üretiyor. Çanakkale, tabii ki muhtemelen Troya efsanesinin doğduğu coğrafya ve Gelibolu Savaşı’nın vuku bulduğu yerdir; fakat burası aynı zamanda yönetmenin doğduğu yer; ki bu durum şehri çeşitli çağrışımlarla dopdolu hale getiriyor. Müziğin sessiz çekimine her zaman duyarlı olan sanatçı, Leopold Stokowski'nin Bach’ın C minör Passacaglia performansını tekrar tekrar kullanarak son çözünümlerine gelmelerine izin vermeden aynı pasajları sunuyor.

Yazar: Jay Weissberg
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak:  https://variety.com/2018/film/reviews/the-wild-pear-tree-review-ahlat-agaci-1202815666/

Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye İngilizceden turkuazsemalar.blogspot.com tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; turkuazsemalar.blogspot.com, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve turkuazsemalar.blogspot.com’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.


Yorumlar

Popüler Yayınlar