Çeliğin ve taşın senfonisi : Sessiz sinema ve şehir

İlk şehir senfonisinin görünümüne ilham veren fotoğraf, Manhattan: Wall Street, New York, 1915. Fotoğraf: Paul Strand/Paul Strand Arşivi, Aperture Foundation.







Paul Strand, 1920'lerin New York'unu - ve içinde barındırdığı çekicilik, tehlike ve yabancılaşmayı - yakalayarak, gökdelen alt genre’ının temellerini attı.

En büyük sessiz filmlerden bazılarında aktör ve hikaye yoktu. İlk filmlerin çoğu bu kategoriye girer: günlük hayatın bakışlarını (fabrika işçilerinin bir kapıdan akışları, istasyona giren bir tren) yakalayan,"aktüaliteler" olarak adlandırdığımız kısa filmler. Ancak aktüalitelerden sonra, daha şiirsel bir şey geldi; şaheserlere hayat veren ve 20.yy’da insanların değişen dünyayı anlamalarına yardım eden avangart bir alt tür.

1920'lerde, "şehir senfonisi" aktüalitelerin ham maddesini daha müzikal, modern ve beklenmedik bir şeye dönüştürdü. Bu tür, Paul Strand ve Charles Sheeler'in Manhatta (1921)’sı ile doğdu. Filmde, New York şehrinin, sakinlerinin üzerinde yükselen mimarisinden unutulmaz görüntüler bir Walt Whitman şiiriyle tamamlanıyordu. Manhatta’nın eksiksiz bir versiyonunu, filme ilham veren en ünlü fotoğraflarından biri-1915’in Wall Street’i- ile birlikte şu sıralar Victoria ve Albert Müzesinde yer alan Paul Strand sergisinde görebilirsiniz. 

Şehir senfonileri, farklı bir sinematik alt tür olarak, belgeselden daha liriktir ve kentsel bir konuma dayanır. En ünlü örneği, türün ismini aldığı Walter Ruttman’ın Berlin: Symphony of a Great City (Berlin:Büyük Şehrin Senfonisi 1927)’dir. Ruttman, daha önce soyut çalışmalar yapan, ancak "büyük bir şehrin yaşamını oluşturan milyonlarca enerjiden senfonik bir film" üretmek isteyen bir animatördü. Bu, Berlin'in bir köşesinden başlayarak, büyük şehrin sürprizlerle dolu doğasını dramatize eden, anonimliğini ve zulmünü eleştiren muhteşem ve heyecan verici bir filmdir.

Şehir senfonileri, modernizmin iki rayının buluşma noktasını temsil eder: sinemanın gelişimi ve kentleşmenin büyümesi. Her ikisinden de heyecan duyan avant-gardistler, bu yeni, göz kamaştırıcı ve yaşaması tehlikeli yerlerin sinematik portreleri yarattı. Filmler çoğu zaman kasıtlı olarak hareketler halinde düzenlenmiş, dinamik biçimde akan ve geri çekilen müzikal veya senfonik bir yapı alır.

Genellikle tek bir günün seyrini izlerler. Bu yüzden Manhatta, hep beraber feribottan inen banliyö sakinlerini odağına alan bir sahneyle başlıyor ve muhteşem bir gün batımı ile bitiyor. Berlin: Büyük Şehrin Senfonisi, başkente akın eden sabah trenleri ile açılıyor ve gece geç saatte, mahut gece hayatı sahneleri ve simsiyah gökyüzünde havai fişek görüntüleri ile kapanıyor. 

Aktüalite ve gezi filmleri gibi, şehir senfonileri de seyirciyi ziyaret edebileceklerini hayal etmeyecekleri uzak yerlere götürebilir. Fakat bu filmlerin aksine, kent manzarasının sunumu nesnelliği nadiren amaçlar. Kent senfonileri, kent yaşamının heyecanını ve tuzaklarını yakalamak için kurguyu, kamera hilelerini ve kompozisyonu kullanır. Kamera, bireylerin yüzlerine veya silüetlerine odaklanabilirken, büyük gösteri aslında kalabalığın kendisidir; geniş kaldırımlar boyunca, neonla donatılmış yekpare binalar arasında hareket eder veya arabalarla, teknelerle ve trenlerle taşınıp durur.
 
Birçok şehir senfonisi, bir kent manzarasındaki güzelliği ortaya çıkarmayı amaçlar. Manhatta’da gökdelenler, New York sakinlerini karınca misali mini minnacık gösterirken, filmin yüksek kontrastlı plonje (üst bakış açılı) kompozisyonları, modern şehrin görkemini kutsayarak övmek için Whitman’ın lirizmiyle birleşir. Bu heybetli yapılardan bilim-kurguya sadece küçük bir adım var; öyle ki Fritz Lang, Metropolis (1927) ’in “ New York’un gökdelenlerine ilk bakışıyla doğduğunu” söylemişti.   

André Sauvage’ın gösterişli Etudes sur Paris (1928)’i çoğu şehir senfonisinden daha sakin bir tempoda hareket eder, bir mavna üzerinde, banliyölerden başkentin merkezine yavaşça seyreder. Sauvage’ın filmi, şehrin haritasını yeniden çizen kentleşme izlerini, nehir kıyısı boyunca değişen peyzajları gözler önüne serer. Nefes kesici bir sekansta, mavna bir yeraltı kanalına doğru ilerler ve çatıyı yarıp geçen, tekrarlanan ışık hüzmelerinin oluşturduğu motifler büyüleyicidir.     

Joris Ivens’ın kısa şehir senfonisi Rain (Yağmur-1929), Amsterdam semalarında patlak veren sağanak yağışın belli belirsiz güzelliğini su yüzüne çıkarır: şehrin sokakları, yağmur damlalarının ve su birikintilerinin oluşturduğu daireler ve prizmalarla karanlığa bürünmüştür. Bu türden diğer filmler, kentlere karşı daha belirgin bir eleştirel yaklaşım sunar. Alberto Cavalcanti’nin Rien Que Les Heures (1926) adlı filmi, Paris sokaklarının köhne köşelerindeki ihtişamı gözler önüne serer. Hatırlanmaya değer bir sahnede, bir tabaktaki biftekten bir mezbahanın penceresine geçiş yapar; tüyler ürpertici üretim araçlarını ortaya çıkarır.

Jean Vigo’nun A Propos de Nice (1930) filmi, yazın ve cazın altın çağının son günlerinde, bir tatil köyünün gizli köşelerine girer. Güneşlenenler, plajda yanmakla meşgullerken kameraya yüzlerini buruşturarak bakarlar ve film timsahların sürünerek ilerledikleri bir sahneye kesme yapar. Zengin, Telegraph okuyan turistlerin görüntüsü, onların boş zevkleri için gösteri hazırlayan işçilerin görünümüyle çelişir. Bu, mesire yerindeki tatilcilerin kıyafetlerinin ve dans eden kızların ardına bakarak, şehrin saklı gerçeklerini arayan bir filmdir. Vigo’nun maksadı seyircisinin midesini bulandırmak ve zihinlerini ayaklanmaya hazırlamaktı: “bir kentin bazı temel özelliklerini göstererek bir yaşam biçimini yargılamak…gerçeklerden kaçtığı dünyasında kaybolmuş bir toplumun son çırpınışları öyle ki bu sizi tiksindiriyor ve devrim niteliğinde bir çözüme daha sıcak bakmaya başlıyorsunuz.”

Vigo’nun sinematografı Rus uyruklu Boris Kaufman, A Propos de Nice’in sosyete kesimiyle alay etmede yetersiz kaldığını düşündü. Kaufman’ın kardeşleri Dziga Vertov ve Mikhail Kaufman, en tanınmış fakat en tartışmalı şehir senfonilerinden birini çektiler: Man With a Movie Camera (1929). Bu yapım türün en avangart örneklerinden biridir, ve aynı zamanda tasvir ettiği şehri adlandırmayı hatta kısa filmin o yönüne bağlı kalmayı bile reddeder; sadece Kiev, Moskova ve Odessa’dan görüntüleri birleştirir. Kendisini “mutlak kinografi” olarak tanımlayan film, bir sinemadaki sahnelerle çerçevelenir ve türünün birçok örneğinde olduğu gibi gün doğumundan gün batımına yapısını takip eder.

Bunu dışında film, bir dizi biçemsel numarayı da sıklıkla kullanır: ikizleme(double exposure), bölünmüş ekran, donmuş kareler, hantal konum değişimleri. Bir noktada, filmin kurgucusu Yelizaveta Svilova’nın filmi kestiğini ve birleştirdiğini görürüz. Diğer zamanlarda, bir kameraman büyük bir kameranın tepesine iliştirilir (görüntüsü sahnenin üzerine bindirilir), aslında kamera kendi kendine hareket etmektedir; başka bir sahneyi yakalamak için salınmaktadır. The Man With a Movie Camera, konuyu şehir makinesinden kamera makinesine çevirerek konusundan ziyade kendi yapısını vurgular. 

Şehir senfonilerinin etkisi, Chaplin'in Şehir Işıkları(1931) ya da Murnau'nun Şafak (1927)’ı gibi çağdaş kent filmleriyle yükselişe geçti. Sesli dönemde kademeli olarak yok oldularsa da, miraslarını sonraki yapımlarda bulmak mümkündür; en başta da Godfrey Reggio’nun Qatsi Üçlemesi’nde. Çok kısa bir zaman gözde olmalarına rağmen, şehir senfonileri genç bir medyumun sanatsal potansiyelini yansıttıkları kadar sinema literatürüne eskiden nasıl yaşadığımızı betimleyen filmler kazandırdıkları için de bizler için hala son derece değerlidirler.

Yazar: Pamela Hutchinson
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak: https://www.theguardian.com/film/filmblog/2016/mar/21/city-symphonies-silent-cinema-paul-strand-victoria-albert

Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye İngilizceden turkuazsemalar.blogspot.com tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; turkuazsemalar.blogspot.com, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve turkuazsemalar.blogspot.com’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.


Yorumlar

Popüler Yayınlar