Yargıç mı dehşet mi?

HOLLYWOOD kendini tekrar mı ediyor? Bugünlerde en çok sorulan sorulardan biri de bu. Star Trek, Batman, Coen Kardeşler’in 2010 da yeniden çektiği John Wayne klasiği True Grit (1969), Ejderha Dövmeli Kız (2010) ve son olarak Gerçeğe Çağrı (1990) gibi filmlerle başlayan bu tekrar dalgası dünyanın en büyük sinema endüstrisinin bir tıkanma sürecinde olduğuna mı delalet ediyor?
2012-2013 döneminde içlerinde Dokunulmazlar (1987), Karga (1994), Bir Yıldız Doğuyor (1954), Hayvan Mezarlığı (1989), Yedi Samuray (1954) ve Kuşlar (1963) gibi klasikleşmiş filmlerin de olduğu 50 yeniden yapımla karşımıza çıkacak olan Hollywood eski filmlerin omuzlarında nereye yükselmeyi planlıyor?
Bütün bu sorular zihinleri kurcalayadursun, Yargıç Dredd’in yeniden çevirimi vizyona girdi. 2000 AD dergisinin editörlerinden John Wagner’ın yarattığı Judge Joseph Dredd, İngiliz bilim-kurgu antolojisinde 1977’den bu yana en çok sevilen kurgusal karakter olmuştur. Dredd, Empire dergisine göre 100 en büyük çizgi roman kahramanı arasında 35. sıradadır. Karakterin isminin çizgi romanlarda sıkça başvurulan polis devlet, otoriter rejim, hukukun üstünlüğü gibi kavramlara da gönderme yaptığı biliniyor. Ancak Dredd ve dread (dehşet) kelimelerinin sesdeşliği -tesadüf olamayacak kadar benzediğinden- başka bir duruma daha işaret ediyor. Yargıç şüpheye yer bırakmayacak şekilde korku, dehşet ve çekinmeyle ilişkilendirilmiştir. Adalet korkusu mu? Ölümün dehşeti mi? İşte bunun ayrımını yapmanın imkanı yok.
Sylvester Stallone, Rob Schneider ve Diane Lane’in oynadığı ilk filmde Demolition Man (1993), Star Wars ve Totall Recall havası sezilirken Pete Travis’in çektiği yeni versiyonda daha kara filmvari, çizgi romana daha bağlı bir tablo ortaya çıkmış.
Yargıç Dredd, mutantlarla dolu lanetli topraklarda doğmuş daha doğrusu klonlanmış ve kusursuz yargıç olmaya programlanmış biridir. Ma-Ma (Taht Oyunları dizisinden tanıdığımız Lena Headey) adlı bir uyuşturucu tacirini yakalamak için acemi yargıç adayı Anderson ile Peach Trees adlı bir mahalleye gider. Ancak olaylar umduğu gibi gelişmez. Şehirde devasa gökdelenler gibi yükselen mahalleler radyoaktif kirliliğe ve toplumsal kaosun getirdiği saldırılara karşı kalkanlarla korunmaktadır. Bu kalkanlar Dredd ve yeni yetme ortağının bir insan avının hedefi haline gelmesine sebep olacaktır.

SİSTEM NEYİ ÇAĞRIŞTIRIYOR
Her iki filmin başlangıç jeneriklerinde dünyanın nasıl bu hale geldiğini anlatan Dredd’in iç sesi: “Bildiğimiz hukuk çöktü. Çürümüşlükten yeni bir düzen ortaya çıktı. Elit güçler tarafından yönetilen bir toplum. Hem adaleti hem cezayı gerçekleştirmeye kadir bir güç. Onlar polis, jüri ve cellatlardı. Onlar yargıçlardı” diyor. Adaleti tek elde toplayan bu sistem, -ilk filmde, adalet sarayı binasının şekli, Dredd’in üniformasının tek omzundaki figür, ikinci filmde yine adalet sarayının yüzünde devasa bir logo- kutsal Roma imparatorlarının 13-14.yy’larda kullandıkları bir zırh arması olan kartal figürüyle Nazi Almanya’sının totaliter rejimine mi, Roma imparatorluğunun  hukuk tarihinde devrim yaratan kanunlarına mı atıfta bulunuyordu? İlk filmde kendisi haksızlığa uğrayana kadar adaletin de yanılabileceğini anlamayan Dredd, ikinci filmde daha soğukkanlı daha katı, daha ruhsuz bir cezalandırıcıya dönüştürülmüş. 
İlk filmde Armand Assante’nin oynadığı şeytan kardeş bu filmde yok. İlk filmde Stallone hayranlarının mahrum kalmadığı Dredd’in yüzü bu filmde görülmüyor. Yazar Wagner’a göre “Adaletin yüzü ve ruhu olmadığından” o yüzü görmemiz gerekli değil. Adaletin gözleri bağlı tasvir edildiği göz önüne alınırsa bu istek gayet yerinde görünüyor. Ancak kör adaletin terazisinin tek tarafının her zaman daha ağır bastığı da bir gerçek. Bu açıdan bakıldığında Dredd karakterinin ilk filmde daha insancıl olduğu ikinci filmde ise ortağına sürekli, “Bu suçun cezası ölümdür. Neden öldürmedin” diye soran bir katil-cellat rolüne büründüğü net şekilde görülüyor.
İlk filmde etrafta Star Wars’daki imparatorluk askerleri gibi dolaşan zırhlı kuvvetler, Jedi tarzı başlıklı pelerinler, uzay gemilerini andıran araçlar, absürt bir geleceğe ait Manhattan manzaraları varken yeni filmde klostrofobik dehlizler, neon lambalarla aydınlanan yarı karanlık katastrofik bir ortam ve terk edilmiş bir şehir hissi hakim.

İLGİNÇ AYRINTILAR
Filmle ilgili diğer ilginç ayrıntılar ise şöyle: Peach Tree bloku ismini Senarist Alex Garland ve Dredd ‘in yaratıcısı John Wagner’ın filmi tartışmak için ilk kez buluştuğu restorandan almış. Dredd karakterine sesini veren Karl Urban seslendirme için Clint Eastwood’dan esinlendiğini söylemiş. Dredd’in yaşadığı Rowdy Yates bloku Clint Eastwood’un televizyon dizisi Rawhide’a atıfmış.
Pete Travis’in Dredd’inin, Danny Cannon versiyonuyla  fazla bir benzerliği yok. Travis’in Mega City’ye verdiği karanlık havanın Cannon’ın versiyonundaki canlı, yaşayan, tehlikelerle dolu şehirle uzaktan yakından bağlantısı yok. Şiddetin ve tek düze bir çatışma halinin kan revan içindeki ceset görüntülerine katıldığı film orijinalini gölgede bırakması mümkün değil. Yine de bol vurdulu kırdılı, silah seslerinin kesilmediği, Doom ya da Counter Strike gibi oyunları hatırlatan bir film izlemek isterseniz kaçırmayın.

Yorumlar

Popüler Yayınlar